20 Mayıs 526 akşam yemeği saati, Antakya halkı için çok önemli bir gün, Hıristiyan halk “Meryem Ana Yortusunun arifesi. Evlerde yortuya özel geleneksel Hirisi’ler pişirilmek için bir yandan hazırlıklar yapılırken, ailece arife akşamında sofrada Tanrıya, İsa’ya ve Meryem’e şükran dualarıyla yemekler yenmekteydi.
Sofralar sallanmaya başladı, evler, yer sallanmaya başladı. Yeryüzü sallanıyordu. Altın Şehir o dillere destan şehir sallanıyordu. Seleucia Pieria (İskenderun Limanı) - Sürekli alüvyonla dolmaya karşı zaten kaybedilmiş bir mücadele içinde olan Liman, asla toparlanamadı- göklere yükselip, yere iniyordu sanki. Akdeniz bütün hışmıyla çalkanıyordu. Fokurduyordu yer, yeraltındaki tüm adı bilinmedik canavarlar aynı anda uluyordu sanki.
Şehir. “Meryem Ana Yortusu” arifesi olduğundan festival için Antakya’ya çevre şehirlerden çok sayıda ziyaretçi gelmiş, şehir bir hayli kalabalıklaşmıştı. Depremin sarsıntıları başladığında akşam yemeği vakti olması nedeniyle insanların büyük bir kısmı evlerde ya da kapalı mekânlardaydı. Bu nedenler, büyük miktarda can kaybının doğmasına yol açtı. Sonrasın da 29 Mayıs da aynı sahneler tekrar yaşandı.
Suriye ve Anadolu’da da etkisini gösteren deprem, Malalas ve Bizanslı Tarihçi Propkopius’a göre 250-300 bin kişinin ölmesine neden oldu. Bu sayı o dönem için korkunç bir rakam olduğundan, dünya tarihinin en büyük felaketlerinden biri olarak kabul edilir. Deprem sonrasında Antakya’da bir de yangın çıktı ve ayakta kalan binaların çoğunu yıktı. Ortaya çıkan haydutlar da felaketin boyutunu biraz kötüleştirdi. Bizans yönetimi altındaki Antakya’da büyük yıkım yapan bu deprem, tarihe geçen en ölümcül tabii felaketlerden biridir.
6. Yüzyıl İstanbul ve bütün Bizans (Doğu Roma) için depremler ve felaketler çağı idi. Bizans’ın tarihçilerinden Kedrenos, imparator I. Theodosios ile Arkadios’un heykellerini de yıktığını yazmıştır; ancak 526 yılına da sarkan bu deprem en büyük tahribatı Antakya’da yapmıştır.
Antakya’nın uğradığı felaketle ilgili olarak Malalas, 20 Mayıs 526 günü şehri yerle bir eden depremin arkasından gökten geldiği sanılan bir ateşin hemen her tarafta yangınlara sebep olduğunu belirtmişti. Depremden sağ kurtulanların büyük bir kısmının da alevler arasında can verdiğini, haber İstanbul’a ulaştığında imparatorun resmi yas ilan ettiğini ve şehrin yeniden inşa edilmesi için gereken parayı gönderdiğini yazmıştı. Kedrenos da Antakya da vuku bulan korkunç depremi şu sözlerle anlatmaktadır: “Tanrı’nın öfkesi öylesine korkunçtu ki, neredeyse şehrin tamamı yıkılıp halkına mezar oldu. İnsanların bir kısmı enkaz altında kalmış ama ölmemişti. Fakat bunlar henüz canlıyken toprağın altından dışarı çıkan ateş onları yakıp kavurdu. Başka bir ateş de kıvılcımlar saçarak gökyüzünden yere döküldü. Sarsıntılar 526 yılı Mayıs ayına kadar sürdü ve ayakta kalan yapıları da yıktı. Bu arada Antakya’nın patriği Euphrasis da toprağın altında kalıp öldü. Bütün binalar ve tapınaklar yıkıldı ve şehrin güzelliğinden geriye hiçbir şey kalmadı. Sonunda erkeklerin, kadınların, çocukların, bebeklerin binlercesini, yıkılan binaların dağ gibi yığılmış malzemesi örttü. Tanrı’nın bir kente yönelik öfkesinin böylesine korkunç ve acımasız oluşu insanları dehşete düşürdü; bu felaket uzun süre kimsen aklından çıkmadı.”
Bu 526 felaketiyle ilgili çok ilginç bir bilgiyi de Zonaras ve Glykas vermektedir. Onların yazdıklarına göre bu depremler (Antakya depremleri) o bölge dışında İstanbul da bile hissedilmişti ve İstanbul dışında Marmara Denizi’nin güney ve doğu kıyılarını ile İzmit ve İznik’te de büyük zararlara neden olmuştu.
Nadir vesilelerle de yazarlar, halkın tepkileri üzerindeki bilgimizi tamamlamak imkânını veren bir felaketin ayrıntılı bir anlatısını vermektedirler. Antakya'da 20 ve 29 Mayıs 526'daki depremi bize bildiren Jean Malalas 'tır. Bütün kent yıkılmıştı. Gökten geliyor gibi görünen bir ateş, aşağı yukarı her tarafta yangınlara neden olmuştu. Bütün kiliseler yıkılmışlardı veya alevlerin içinde yanıp kül olmuşlardı. Kimi sakinler diri diri toprağa gömülmüşlerdi, fakat kurtarılamıyorlardı. İmparator I. Iustinos (518–527) askeri kariyerini tamamladığı ve çok sevdiği bir şehir olan Antakya’nın yerle bir olduğu haberi üzerine yaşanan bu felaketten dolayı yas ilan ederek halk eğlencelerini iptal etmiş ve kentin yeniden inşası için gerekli parayı vermişti. Kimi sakinler kurtarabilmiş oldukları mal-mülkleriyle kentten kaçmışlardı. Fakat kıra vardıklarında, çevredeki köylüler onlara saldırmış ve soymuşlardı. Bununla beraber, bu haydutların hepsi çok geçmeden anlaşılmaz bir şekilde ölü bulunmuşlardı.
Daha bu felaketin yaraları tam sarılmadan depremin üzerinden iki yıl geçtikten sonra 21 Kasım 528 tarihinde Antakya tarihinin en şiddetli depremini yasamış ve şehirde bulunan yapıların tamamına yakını yıkılmış, surlar büyük hasar görmüş ve surların yıkılması şehri savunmasız bırakmıştı. Halk bu dönemde Sasanilerin saldırılarından korunmak amacıyla kıyılara yerleşmek zorunda kalmıştı. İki yıl önce yaşanan deprem sırasında hasar gören ve onarıma alınan binalar da bu deprem sırasında yerle bir olmuştur. Deprem Loadicea ve Samandağ’ı da etkilemiştir. Bizans İmparatoru I. Iustinianos (527–565) ve esi Theodora depremden sonra şehre yardım malzemeleri göndererek halkın ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmışlardı. Çok sayıda insanın ölümüne neden olan bu deprem felaketinin çabuk unutulması ve Tanrının gazabının teskin edilmesini ümit eden imparator ve imparatoriçe tarafından Antakya’nın ismi “Theupolis” (Tanrının Şehri) olarak değiştirilmişti. Şehrin isminin değişmesine sebep olan bu deprem sonrasında tarihçiler şehrin yerinin de değişmiş olabileceğini tahmin etmektedir.
Bu depremden sonra Antakya’nın nüfusu hızla azalmış, deprem korkusu sebebiyle insanlar bir müddet dağda, çadırlarda yasamışlardır. Antakya halkı iki yıl önceki depremin meydana getirdiği hasarı düzeltmeye çalışırken, yaralar henüz sarılmamışken 528 depreminin yaşanması ve halkın çoğunluğunun bu depremde hayatını kaybetmesi şehrin nüfusunun azalmasına ayrıca sağ kalanların sağlık koşullarının da kötüleşmesine sebep olmuştur. Bu depremin ardından şehrin yeniden inşası için çok para harcanmıştır. Şehir halkı, deprem ve sonrasında ortaya çıkan salgın hastalıkların nedeni olarak Tanrının gazabının üzerlerinde olduğunu düşünmüş bol bol dua etmişlerdir.
526 ve 528 yıllarında yaşanan şiddetli depremlerin üzerinden çok fazla zaman geçmeden şehirde bas gösteren veba salgını halkın büyük kısmının ölümüne sebep olmuştu. Bu depremlerin sonrasında halk daha güvenli olarak düşündüğü sahil bölgesinde yaşamaya başlamıştı. Bu gelişme halkın durumunun daha da kötüleşmesine sebep olmuş, evlerinden ve şehirlerinden uzak olan insanlar bu defa da salgın hastalıklar ile mücadele etmek zorunda kalmışlardı. Arka arkaya yaşanan felaketler ile şehir halkı Allah’ın gazabının üzerlerinde olduğunu düşünerek kurtuluşu Allah’a yalvarmakta bulmuşlardı.
Ortaçağ’da Bizanslılar, depremlerin, işledikleri günahlar karşılığında gönderilen ilahi birer ceza olduğunu düşünmekteydiler. Çeşitli ayin, tören ve ritüeller vasıtasıyla depremleri önlemeye çalışmışlar, ayrıca dini özel anma yıldönümleri düzenleyerek bunları dini takvimin birer parçası haline getirmişlerdir. Az sayıda olmakla birlikte, Aristoteles’in teorisinden etkilenen bazı Bizanslılar ise depremlerin doğal nedenlerden (yeraltı rüzgârlarının hareketi) kaynaklandığına inanıyordu.
Malalas bu felaketin, tanrının lütfunun bir kanıtı ve insanların günahlarının kefareti olduğunu söylemekteydi. Ve bu, diğer mucizelere de yol açıyordu. 20 veya 30 günden beri kapalı kalmış kimi hamile kadınlar, açılan yıkıntıların altından çıkarılmışlar ve yeni doğurdukları ile sağ salim kurtarılmışlardı. Ve felaketten üç gün sonra gök kubbesinde bir haç görünmüştü. İnsanlar onun önünde eğilmişlerdi ve tanrının öfkesinin çok şiddetli olmasından korkuyorlardı. Bu şekilde yazar tarihteki doğal olaya girer: Deprem, insanların günahlarından nedamet getirmeleri için tanrı tarafından gönderilmişti.
Bu kozmik felaketlerin vuku bulduğu her defasında, dünyanın sona erdiğine ve son yargı saatinin geldiğine inanılıyordu. Yalancı kâhinler ve müneccimler anlaşılmaz saçma-sapan düşüncelerini yaymak için bu panikten yararlanıyorlardı. Batıl inançlı sıradan kimseler tanrıya inancını kaybediyordu ve doğal şeytan-cin-peri olaylarına karşı kendilerini korumak için, kutsal tanrıya inanmak yerine, kendilerine muskalar, nazarlıklar ediniyordu.
Deprembilime ilişkin çok sayıda kitaplar da mevcuttu, kimileri piyasada elden ele dolaşıyorlardı ve depremler sayesinde geleceği önceden haber veriyorlardı.
Deprem, Bizans halkının imanı-inancı arttırıyordu ve inananların çoğu iyi hareketler yapmaya dört elle sarılıyorlardı. Zenginler mal mülklerini felaketzedelere dağıtıyorlardı. Hatta kimileri sıkı bir çileyi benimsiyorlar ve keşiş oluyorlardı. Tabi bu durum geçici oluyordu, insanlar bir süre sonra normal yaşama dönüyordu. Zenginlerin bu içten gelen yardımlarının tarihi kayıtlarda bildirilmesi, aynı zamanda, felaketzedeler için düzenli yardımların mevcut olmadığı sonucunu ortaya çıkarmakta ve devlet mekanizmasında İmparatorun ilgisi nispetince yardım yapıldığını göstermektedir. Deprem veya felaket mağdurları ailelerinin veya arkadaşlarının yardımına bel bağlıyorlardı.
Her ne kadar kilise tanrının, günahkârların günahlarını cezalandırmak için depreme neden olmuş olduğunu kanıtlamaya çalışıyorsa da, sıradan inanan orada, depremin gerçek nedenini öğrenmek arzusuna doyurucu bir cevap görmüyordu. Halkın depremin sebebiyle ilgili mutlaka bir günah keçisi kişi veya sebep bulduğu ve bunu kulaktan kulağa yaydığı açık bir gerçekti. Ve çoğunlukla halk, felakette sorumluluğunu, sevilmeyen bir zengin kişiye, bir yöneticiye veya bir etnik gruba yüklemeye kalkışıyordu. Bu kimi zaman Süryani Hıristiyanlar oluyordu, kimi zaman Yahudiler, kimi zaman kentin valisi.
Bizans'a ait kilise dini takviminde, Bizanslının ortak belleğine kaydedilmiş olan en önemli depremlerin izleri bulunmaktadır. Bu depremlerin tarihleri Büyük kilise "Typicon"unda veya "Le Synaxarium Ecc1esiae Constantinopolitanae"de kayıtlıdır. Bu metinler, haberleri çoğu zamanlar tarihçilerinkine benziyorsa da, halkın veya özellikle imparatorun tepkisi hususunda ilgi çekicidirler.
Deprem korkusuna ilişkin bir örnek, ilahici Joseph'in elinden, GOAR dua kitabında muhafaza edilmiştir. Aynı konu hakkındaki diğer "tropaire"ler ve dualarla tamamlanmıştır. Dört temel konu bunda işlenmişlerdir. Orada her şeyden önce, insanların günahları nedeniyle tanrının öfkesinin nasıl depreme yol açtığı açıklanmıştır. Sonra felaketin amacı ortaya konulmaktadır: Tanrı, günahlarından pişman olması gereken insanı doğal olayla uyarmak ister. Örneğin büyük bir bölümü, insanın felaketten kurtarması için tanrıya yalvardığı dualardan oluşmuştur. Tanrıya öfkesini yatıştırmış olmasından dolayı şükredilir, inanan için mesaj açıktır: Tanrı, yeri insanı yok etmek için değil, fakat öfkesini günahkâra bildirmek, onu depremi durduracak tutuma, nedamete getirmek için titretir. Dua, inanana, isteğine boyun eğmek ve böylelikle felaketten kurtulmak için tanrının amaçlarını anlamakta yardım eder. Her dua, şu halde Bizanslının sahip olduğu, tanrının bir deprem tehlikesi karşısında onu koruyacağı inancını göstermektedir.
Mesela Antakya depreminden sonra çıkan yangınla ilgili İmparator, yangının esas nedeni olarak nasıl oğlancılığı göstermiş yine İmparator kente deprem ve veba belasını çekmiş olmakla oğlancıları suçlayan iki tamim yayınlamıştı.
Bizans hayatında ve dini dünyasında depreme nelerin sebep olduğu, halkın bu doğaüstü olaya nasıl baktığı ve onu nasıl Tanrı ile yüzleşme aracı olarak gördüğü her toplumda olduğu gibi aşikârdır. Bu literatüre azizler, yüce kişiler ile ilgili anlatılarda eşlik eder. En popüler anlatım araçları lejantlar ve hajiografi, anlatılarında aynı zamanda olayı içinde toplamışlardır. Bu özellikle, depremlerle ilgili mucizelerin kaydedildikleri azizlerin ve şehitlerin efsanevi hayatlarındadır. Tanrı, azizlerine ve şehitlerine verdiği gücü göstermek için depremler aracılığıyla orada ortaya çıkar. Bazen deprem, acı esnasında veya şehitlerin ölümü ya da azizlerin duaları sırasında vuku bulur. Şehitlerin kabirleri veya cesetleri, depremlerle tehdit edilen kentlere belirli bir koruma sağlıyordu.
Tarihsel hajiografi’de depremlerin rolü çok daha küçültülmüştür. Orada bir depremin çok önemli bir olay olduğu öykünün mantıki devamlılığı, mucizenin gerçekleşmesine engel olur. Tanrının doğrudan doğruya müdahalesi, azizin aktif bir rol oynamaya bırakılması için çok gereklidir. Bundan dolayı anlatıların çoğu bize, azizi bir deprem tehdidini insanlara haber veren kâhin veya keşif sahibi gibi tasvir etmektedirler. Bir ilk örnek, bize Symeon le Stylite'in bilinmeyen hayatından gelmektedir. Henüz çocukken, Antakya'da 29 ve 30 Mayıs 526'daki bir depremden mucize kabilinden kurtarılmıştı.
Bizanslı insan, deprem olayıyla birçok karşılaşmasında, ona bir mana vermeye, onu dünya görüşü içine sokmaya çalıştı. Bu amaca ulaşmak için, uygarlığının köklerine yöneldi, antik gelenekte, Aristo’nun nezdinde bir bilimsel açıklama buldu: Deprem tesadüfe bağlı ve şu halde insanın anlayamayacağı düzeyde nedensel, fiziki bir sürecin sonucu idi. Hristiyanlık, orada depremin günahkâra karşı tanrının öfkesinin tezahürü olduğu kutsal kitaba ilişkin metinlerde, ona büyük bir pay ayırıyordu. Eğer günahlarından pişman oluyorsa, insana da şu halde öfkesini yatıştırtmak mümkündü. Kehanet ve alametlerin yorumlanmasının doğu geleneğindeki mirasçısı da oydu.
Bu deprem meydana geldiği zaman Bizanslı insanın ilk tepkisi, tanrıya yalvarıp-yakarmaktı. Dindar ve sofu, felakette, tanrının doğrudan doğruya müdahalesini görüyordu ve şayet pişman olduğunu gösterirse, gücüyle felaketi durduracağına da inanıyordu.
Kendini hemen suçlu buluyordu ve herhangi bir abalı arayarak kendini aklamaya çalışıyordu. Tanrının yargısının derin korkusu sayesinde, dindarlığı aracısız olarak boyuna artıyordu ve imanı arınıyordu. Bu inancın gerçekliğinden ve dürüstlüğünden şüphe edilemez. Bizanslının gerçek heyecan olmadan üstünkörü dua etmesi imkânsızdı: Tanrı dünyaya egemendir ve dünyevi hayatın cereyanı için başkaca açıklama yoktur. Bizanslı insan, depremi kâhince bir güce de bağlıyordu. Olay, manasını ancak, tam bir alamet gibi yorumlandığı anda almaktadır. O, tanrının öfkesini göstermektedir ve şayet pişman olmadıkları takdirde, insanları en ağır cezalar konusunda uyarmaktadır. Veyahut ta, gelecekte göstereceği şeyi belirtmektedir. Olayların manasını bilmenin psikolojik arzusu, nedenler, doğallıklar veya deneyüstülükler belirtilirken, tamamıyla doyurulmuş değildir. Tehlike ve felaketin kaçınılmazlığı, alametin incelemesini zorunlu kılarlar.
Kaynakça:
Cogito Üç aylık düşünce dergisi. “Bizans” özel sayısı. Kış 1999. Sayı: 17. İstanbul
Demirkent Işın. “Bizans Kaynaklarına Göre IV.- XI. Yüzyıllarda İstanbul ve Çevresinde Depremler”. Tarih Boyunca Anadolu’da Doğal Afetler ve Deprem Semineri Bildiriler Kitabı. İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Tarih Araştırma Merkezi (22-23 Mayıs 2000). 2. Baskı. İstanbul, 2002
Dvornik Francis. Konsiller Tarihi, İznik’ten II. Vatikan’a. Çeviren: Mehmet Aydın. Türk Tarih Kurumu. 2. Baskı. 2019, Ankara
Gates Charles. Antik Kentler. Çeviren: Barış Cezar. Koç Üniversitesi Yayınları. 3. Baskı. 2019, İstanbul
Gregory E. Timothy. Bizans Tarihi. Çeviren: Esra Ermert. Yapı Kredi Yayınları. 3. Baskı. 2016, İstanbul
Kaldellis Anthony, Siniossoglou Niketas. Bizans’ın Entelektüel Tarihi, Seçme Makaleler. Çeviren: Ercan Ertürk. Yapı Kredi Yayınları. 2021, İstanbul
Kaya Selim, Kıyılı Rahime. “Antakya’da Ortaçağ’da Meydana Gelen Doğal Âfet ve Salgın Hastalıklara Bir Bakış”. Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. Yıl: 2009 Cilt: 6 ¨ Sayı: 12, s. 403-418
Mango Cyril. Bizans Yeni Roma İmparatorluğu. Çeviren: Gül Çağalı Güven. Yapı Kredi Yayınları. 3. Baskı. 2016, İstanbul
Prokopios. Bizans’ın Gizli Tarihi. Çeviren: Orhan Duru. İş Bankası Kültür Yayınları. VII. Basım. 2017, İstanbul
Sevin Veli. Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası I. Türk Tarih Kurumu. 5. Baskı. 2018, Ankara
Vercleyen Frank.“Bizans Döneminde İstanbul'da Depremler: Halk Üzerindeki Etki”, çev. Feda Şamil Arık, TAD, 1997, c. 19, sy. 30, s. 301, 306
Comments