Felsefeyi Akdeniz’in sıcağından, steplerin soğuğuna taşıyan filozof.
Akdeniz felsefesi nasıl sıcak Akdeniz iklimde doğmuşsa; yeni felsefe, felsefeyi birkaç kademe yukarıya çıkartan Alman felsefesi de Orta Avrupa’nın soğuk, loş, fazlaca kasvetli ikliminde doğmuştur.
Kant, Yunanlıların ortaya koydukları ve batının en büyük mirası “felsefeyi”, Orta Avrupa’ya taşımış, Alman felsefenin kurucu filozofudur. Kant’a kadar nasıl ki her felsefi metinde Aristo, Platon mutlaka anılıyorsa onlara atıf bulunuluyorsa, Kant’tan sonra tüm felsefi metinler Kant’ta atıfta bulunmak, anmak ve saygılarını sunmak zorunda kalmıştır.
Kanttan bahsedebilmek için aslında Akdeniz’in sıcağından, Almanya’nın soğuğuna giden (kaçan) felsefenin yolculuğuna bakmak gerekmektedir. Kant felsefenin bu yolculuğunun kılavuz sürücüsüdür, rehberidir. Ve bu rehber sayesinde felsefe “Simurg” gibi kendi küllerinden yeniden doğmuştur. Ve öyle bir doğum olmuştur ki, göz kamaştırıcı renklere bürünmüştür.
Roma, gelmiş geçmiş en büyük İmparatorluk Roma İmparatorluğu. Eski ve yaşlı kıtanın her noktasında bir iz bırakmış olan muhteşem organizasyon. İnsanlık tarihinin gelmiş geçmiş en uzun ömürlü İmparatorluğu kimine göre Çınar Ağacı kimine göre ölmez Zeytin Ağacı, kimisi içinde başına taç ettiği Defne Ağacıdır. Mirasçısı o kadar çoktur ki, tam bir imparatorluk özelliği göstermektedir. Avrupa’nın, Asya’nın ve Afrika’nın neredeyse tamamına yakını bu yüce ağacın gölgesinde mirasçı gibi toplanmıştır. Ve bu Roma Grek/Hellen felsefeni benimsememiş olsa da bünyesinde uzun süre yaşatmıştır. Felsefenin nefes alıp vermesine ses çıkarmamış, Doğu Roma İmparatoru “muhteşem Jüstinyen’in”(!) en son felsefe okulunu kapatmasına kadar ışığını yaymaya devam etmiştir.
Zeus babasıyla mücadeleye girmeye karar verirken, gözü hep Posedion da imiş. Posedion üç başlı mızrağıyla Zeus’un yanında olmaya karar verdiğinde Zeus artık galip gelebileceğini düşünmüş. Denizlerin ve depremlerin tanrısı; toprağa ve insana bütün hayata can veren sıvının hükümdarı Posedion imiş. Kendisine saygılarını sunan Ege-Akdeniz ahalisine suyun tüm bereketini ve refahını veren tanrı sayesinde o coğrafyalarda felsefe ve bilim yükselmişti. Günler geçip insanlar felsefeye, bilime ahlaka sırtını döndüğünde Posedion o üç başlı mızrağıyla yeri öyle bir karıştırdı ki, depremler ve kuraklık yüzünden toplumlar çorak ve kurak kaldılar. Posedion felsefeyi, bilimi ve ahlakı denizlerinin içine aldı. Bir midyenin içindeki inci tanesi gibi sakladı onu. Ne zamana kadar o inci tanesinin kıymetini bilecek insanlar ortaya çıkana kadar.
Yunan ve Ege kıyılarından sonra neden İtalya, Fransa ve İspanya da felsefe ortaya çıkmamıştır. Kant yazarken biyografi yazmaktansa bunları yazmak Kant ve Alman felsefenin doğuşunu anlatacaktır.
Akdeniz cennet ve cehennemin doğduğu yerdir. Sıcak yerlerinin dinleri buna Asya dinleri de dâhildir, bu sıcaklığı cezalandırma aracı alevlere topluca cehenneme dönüştürmüştür. Ortadoğu ve Hint-Asya dinlerinin tanrıları ve dinleri cehennem ateşiyle insanları sınava tabi tutmaktadır. Mezopotamya-Mısır kökenli Yahudilik ve onun atası İbrahim’den başlayarak ateş soğuk sıcak tüm iklimleri yakmaya başlamıştır. Soğuk iklimlerinin cehennemi soğuk, içlerini ısıtan ateşken birden bire bu ateş bu coğrafyaları da yakıp kavurmaya başlamıştır. Luther ortaya çıkıp “cehennemi satın aldığını” duyuruncaya kadar, Orta Avrupa ve üstünü bu ateş yakıp kavurmakta, cennet denilen yeri ateşbazlardan para ile satın almaya çalışmakta idiler. 1400lerin sonlarından itibaren Avrupa da ışığını cılızda olsa göstermeye başlayan Aydınlanma (Rönesans) daha çok da Endülüs etkisiyle bilimde, sanatta ve mimari de kendini yaratmaya başlamıştır. Aydınlanmanın başladığı dönemde Endülüs’ün de üstünde taşıdığı ağır yükün aynısı vardır; “Din kurumları”. Akdeniz kuşağındaki tüm coğrafyalar bu din kurumları ile hegemonyanın çok sert kontrolü altında kıvranıp durmakta idiler.
Tarih şunu göstermiştir, hegemonya, din kurumu ve ordu ortaklığının çok güçlü olduğu hiçbir yerde “düşünce ve özgürlük” kelimesi konuşulamamaktadır. İspanya Roma İmparatorluğunun yarattığı dinin etkisi ile yine Roma İmparatorluğunun kolu kanadı altında ortaya çıkan ve gelişen bir dini tasfiye etmeye çalışırken hegemonyanın çok korktuğu çıbanı yok edeceğim derken, çıbanı patlatmış ve Endülüs’te Mezopotamya da oluşmuş olan bilgi ve bilgiler tüm kıtaya yayılmıştır. Endülüs’ün ortadan kalkmasına büyük destekler veren Ottoman emperyalleri dâhil hiçbiri bunu öngörememiş olmasına rağmen, sonuçta Endülüs’te yanan belki de tek bir kandil, teker teker çıralarla, mumlarla coğrafyaya yayılmaya başlamıştır. İspanya sömürgecilik ve zenginlik hayalleriyle bu gelişme fırsatını ıskalarken, İtalya Vatikan’ın etki alanını genişletme sevdasıyla parçalara bölünmüş halde her birleşme girişiminde biraz da bölünmeye devam ederek neredeyse sanat dışında ıskalamıştır. Fransa Roma’nın yeni varisi olma hayaliyle sürekli genişlemeye çalışmak ve bunu Vatikansız yapamayacağı kabulüyle ıskalamıştır. Yunan coğrafyası Romanın hegemonyası, peşinden Romanın devamı Bizans (Doğu Roma) ve yine Roma varisi Ottomanların boyunduruğunda Roma dinin Ortodoksluğu içinde boğulmaya devam etmiştir. Ottomanlar hep Ortodoksluğun hem de İslam’ın Arabi Sünni yapısının taşıyıcı olarak, Doğu Roma gibi “ortaçağ bataklığında” yaşamanın ısrarcısı olmuştur. Mağrip ülkeleri Mısır da güç ve nüfus dengelerinin değiştiği (ilki nitelikle işgücünün yeni bir din müjdesiyle göç ettirilmesi hadisesi) dönemden itibaren Avrupa kıtasının her emperyal gücünün sömürgesi olmuştur. Diğerleri birkaç küçük kıpırdanma gösterseler bile hiçbir dönem hegemonyanın etkisinin dışına çıkamamıştır. Ortadoğu, Mezopotamya’nın batışından beri yaratıkları dinlerin ateşi ve kısır döngüsünden bir türlü kendini kurtaramamış; bilim, düşünce coğrafya da tutunamamıştır. Asya’daki durum bunlardan gayri değildir.
İspanya’dan felsefeci çıkmamıştır. Roman sanatının baş üstadı Cervantes çıkmıştır. Don Kişot adlı eseri aslında İspanya coğrafyasında felsefenin neden çıkmamış olduğunun alt metni ile doludur. Yel değirmeniyle savaşan Don Kişot, İspanyol halkının neyle savaştığını göstermesi bakımından bir şaheserdir. Ve İspanya da ve Akdeniz coğrafyasında bu eser üzerinde bile hiç düşünülmemiş ve tartışılmamıştır. İspanya gibi Tüm alt Avrupa yel değirmeniyle dövüşüp durmaktadır.
Kant’ın Almanya’sında neden ve nasıl ortaya çıkmıştır felsefe? Aydınlanmayı tamamlayan en büyük parça Kant düşünün ortaya çıkmasına ortamı hazırlamıştır; “Reform”. İlk defa bir Ortadoğu sıcağında ortaya çıkan dinde “yenileşme” yaşanmıştır. Toplumu her şeyi ile baskısı altına alan din kurumu ve onun tanrısından “özgür düşünen bireye” geçişi sağlayan bu din kurumundaki reformdur. Luther Avrupa’nın kuzeyini yeniden şekillendirirken kilisesini meşrulaştırmış, “özgür insan” kavramını getirmiştir. Luther reformuyla Hıristiyan dünyasında çok büyük değişikliklere yol açmıştır. Rönesans’ın ışığı artık kiliselerin loş karanlığından aydınlık ışıl ışıl bir mekâna kavuşmuştur. Lütercilikle beraber, Anglikanizm (Anglo-Sakson Kilisesi) ve Hıristiyanlık ticaretini, hukukunu ve sosyal hayatını kökten değiştiren Kalvinizm Luther’in cehennemi satın alıp, Vatikan kilisesinin taassubundan kurtulmasıyla ortaya çıkmıştır.
Luther, belki de en meşhur kitabı olan "Von der Freiheit des Christenmenschen" (Hristiyan Kişinin Özgürlüğü Üzerine) isimli kitabını Papa X. Leo'ya yönelttiği bir açık mektupla birlikte yayımladı. Onun düşüncesinin teolojik ve ideolojik temellerini yansıtan bu küçük eserin özünde "Freiheit" (özgürlük) kavramı vardır. Felsefe özgür bireyle olmaktadır. Buradaki özgürlük kölelik kavramı dışındaki özgürlüktür. Dogmalara bağlı olan hiçbir birey özgür değildir. Dogmanın olduğu yerde özgür birey yoktur. Özgür bireyin olduğu yerde de felsefe yoktur. Bu açıklama da neden Akdeniz kuşağından felsefenin kaçtığının ve Almanya da tekrardan yeşermeye başladığının bir cevabıdır.
Posedion ’un sakladığı inci tanesi, Almanya ovalarını sulayan nehirlerin kentlerinde yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başlamıştır. Posedion inciyi Almanlara teslim etmiştir. Kant “Imperium Romanum Sacrum Nationis Germanicæ” (Alman Milletinin Kutsal Roma İmparatorluğunun) son döneminde dünyaya gelmiştir. Dünya’ya geldiği bu İmparatorluk için Volteira; “Bu kendine Kutsal Roma İmparatorluğu diyen ve demeye de devam eden yığın, hiçbir şekilde ne kutsal, ne Roma, ne de bir imparatorluk" demiştir. Orta Avrupa derebeylerinin birlikteliğinden meydana gelmiş bu sözde Kutsal İmparatorluk, sömürgeciliği ve Rönesans’ı kaçırmış ama reform sayesinde yeni bir yüze kavuşmuştur. Bilim, felsefe yoğun olarak başlamıştır. Sömürgeci ve yağmacı imparator ve kralların aksine Avrupa da bu açığı kapatmaya gönüllü aday olmuştur. Felsefe için ortam doğdukça üniversitelerde mühendislik ve sosyal bilim konularında çalışmalar artmıştır. Yeni Kalvanist tüccar/esnaf kesimiyle Avrupa’nın içinde yepyeni cazibe merkezleri doğmaya başlamıştır. 1500’lü yıllardan itibaren Vatikan ve İstanbul baskısından bunalmış düşün, saat ve bilim insanları bu Kutsal İmparatorluk topraklarında yeniden nefes almaya başlamış, buraların özellikle üniversitelerinde yepyeni düşüncelerin doğmasına yolaçmıştır.
Kant yeni felsefeyi meydana getirirken Aristoteles, Gottfried Leibniz, David Hume, Jean Jacques Rousseau, John Locke, Christian Wolff, George Berkeley gibi filozoflardan etkilenmiştir.
Alman felsefesini analitik ve eleştirel düşünce üzerine kuran Kant, Luther’in özgür insanına özellikle vurgu yapmıştır. Epistemoloji, eleştiricilik, analitik ve sentetik yargılar, aşkın felsefe, duyulur-düşünülür dünya ayrımı, ahlak, irade, metafizik, yargı yetisinin eleştirisi, din ve tarih felsefesi üzerine çalışmaları bulunmaktadır. Ahlakı “etik” mertebesine yükselten Kant’tır. Etik Alman felsefenin ortaya koyduğu en önemli kavramdır. Kant bu kavramı Ahlaki Mantık, Akıl ve Estetikle beraber ortaya koymuştur. Etik bu ana dörtlüden oluşmaktadır.
Daha sonrası ki dönemlerde karşımıza çıkacak Hegel ve Marx Kant felsefesinin bir eseridir. Özellikle Hegel’in tarih felsefesi Kant’ın analitik ve eleştirel düşüncesinin bir eseridir. Kant metafiziği Heideger’in fenomenolojisine dönüşmesinin fikir babasıdır. Ezoterizm ve spiritüalizmi metafiziğin içinde sıkıştığı kaptan Kant’ın rehberliği kurtarmıştır. Rasyonalizm, Deneycilik, Eleştiri ve hepsinin en başında bilimin yapılma şartı; Şüphecilik, Kant okulunun sınıflarıdır. Bilgi, Akıl, Metafizik, Etik, Estetik onun ana konularıdır.
Saf Aklın eleştirisi, Pratik akıl eleştirisi adıyla bilinen iki büyük eseriyle daha çok bilinen Kant, eleştirel düşüncenin bilimin temeli olduğunu belirtmiştir. Newton’un ortaya koyduğu ve Hıristiyan dünyanın pek bakmaya yanaşmadığı fiziği bilimsel bilginin olanaklı olduğunu kanıtlayarak kabul ettirme şerefi de Kant’a nasip olmuştur. Kant sonra ki dönem Alman felsefecilerin dogmaları ateşten ve korkudan arındırılmış hale gelmesinde önemli roller oynamıştır. Nietzsche’nin dogmacılara önce “Böyle Buyurdu Zerdüşt’ü” sonrasında tüm tanrıları eleştirel akılla öldürmesi gibi, Herman Hesse de “Siddhartha’da” bize Ateş tanrısı ve Vedalardan uzaklaştırılmış, suyun kenarında kendini bulan Buda’nın hikâyesi ile Kant’a bir selam yollamıştır. Ateşlerden kurtulan felsefe, suyun arındırıcılığı ve hayat vermesiyle nehir kenarlarında açan çok çeşitli çiçek bahçesine dönüşmüştür.
Kant Alman felsefesinin kurucusu olması yanında, felsefenin neden Orta Avrupa’ya taşındığının da cevabıdır. Kant yeni felsefenin belki de Nuh’udur. Ya da idealizm ile yoğrulmuş ruhudur.
Opmerkingen