TÜRKİYE EKONOMİSİNİ GENEL BAKIŞ
Türkiye’de 1950’den beri her iktidar döneminin ekonomide bir hedef alanı vardır. Demokrat Parti köylü dostu olmasıyla, Adalet Partisi barajlar kralı olmasıyla, ANAP müteahhitler ve (hayali!) ihracatçılarıyla, DYP iki anahtarıyla, AKP inşaatçı dostu olmasıyla anılacaktır.
AKP döneminde inşaat sektöründeki büyümenin kritik bir karakteristiği borca dayalı olmasıdır. Yani daha önce yurtdışı müteahhitlik hizmetiyle finansal getirisi de olan bir sektör iken, şimdi dış borç yükünü artıran, götürüsü çok olan sektör haline gelmiştir. Eldeki veriler hem inşaat ve gayrimenkul sektörlerindeki çarpıcı büyümeyi hem de büyümenin yarattığı muazzam borçlanmayı gözler önüne sermektedir.
İnşaat sektöründeki bu ivme AKP döneminde gerçekleştirilen bir dizi stratejik hamle sayesinde sağlanabilmişti. Bu stratejinin merkezi TOKİ’dir. Temelleri 1984 ANAP iktidarı döneminde atılan, başlangıçtaki amacı küçük ölçekli müteahhitlere, yapı kooperatiflerine ve evsahibi olmak isteyen vatandaşlara kredi sağlamak maçıyla kurulan peşinden Konut Edindirme birikimi fonu ile ücretlilerden kesilen bir miktar paranın Emlak Bankasında toplanmasıyla fon oluşturmaya çalışılan yapı AKP iktidarı döneminde dokunulmaz kendi başına hüküm sahibi devlet içinde devlet olan bir devlet kurumu haline getirilmiştir. Hatta yapılan değişikliklerle tüm kamu kurumlarının ve kimi zaman yargının üstünde bir yapıdır. Yine bu dönemde değişik bakanlıklara daha önce sahip olmadıkları imar planlama ve üretme yetkileri sağlanarak gayrimenkul ile ilgili alanlarda yetkileri merkezileştirmiştir. Kentsel dönüşüm kanunu, Büyükşehir belediye kanunu gibi kanunlar mevcut iktidar tarafından imar mevzuatı yönünden onlarca defa değiştirilmiş, olağanüstü hal rejimiyle bu kadar yetkiye rağmen onları bile by-pass etme haklarını elde etmiş, böylece inşaat ve gayrimenkul sektörüne muazzam ölçekli bir teşvik vermiştir.
Geçmişte küçük ölçekli ve lokal müteahhitlerin hakim olduğu inşaat sektörünün yeni aktörleri büyük sermaye gruplarının hakimiyetinde olan Gayrimenkul Yatırım Ortaklıklarıdır (GYO). 1995’te kanunla tanımlanarak hayatımıza giren GYO’lar, bir sermaye piyasası enstrümanı olarak yatırımcılardan toplanan fonların büyük ölçekli inşaat ve gayrimenkul projelerinin finansmanlarında kullanılmasına olanak tanıdı. AKP iktidarı döneminde Kurumlar Vergisi muafiyetine kavuşan ve halka arz oranlarının %49 ‘dan % 25’e indirilmesiyle kuruluşlarıda kolaylaştırılan GYO’larının kârlılıkları da artırılmıştır. AKP döneminde inşaat ve gayrimenkul sektörlerinin sistematik bir tercih ve strateji dahilinde ülke ekonomisinin merkezine yerleştiğini görebilmekteyiz.
Türkiye’nin bu durumu oldukça alarm vericidir. Gayrimenkul ve inşaat sektörlerinin finansal piyasalara aşırı bağımlı oluşu risk unsurudur. Zira konut kredilerinin büyük pay sahibi olduğu inşaata dayalı birikim rejiminin devam edebilmesi için faiz oranlarının her ne pahasına olursa olsun düşük tutulması gerekmektedir. Doların devam eden önlenemez yükselişi (ve kimi zaman bu yükselişi durdurabilmek adına girilen maliyet yüküne rağmen) hem de inşaat şirketlerinin borç yüklerini artırdığı için hem de faiz oranlarında yeni bir artışı tetikleyebileceği için beton ekonomisini tehdit ede bir unsur olarak görülebilir.
AKP hükümetlerinin bir dizi icraatını da inşaat sektöründe olası bir tıkanma durumunu önlemeye yönelik palyatif çözüm girişimleri olarak değerlendirmek mümkündür. RTE ve Merkez Bankası arasında dönem dönem oluşturulan faiz polemiği bunun en belirgin örneğidir.
İnşaat Dükalığı sayılan İstanbul ve Dükalığın Dükleri müteahhitler tarafından Merkez Bankası, sektördeki en ufak bir tökezlemede bile sorumlu ilan edilmekte. Müteahhit ayrıcalıklı sınıfının ya da seçkinkinlerinin diyebileceğimiz bu kesimin tepkilerinin sözcülüğünü üstlenen iktidar partisi AKP ve onun lideri RTE tarafından hemen günah keçisi ilan edilmektedir. TL’den sıfır atılırken, enflasyon tek haneye indirilirken yere göğe sığdırılamayan TCMB şimdi ekonomideki küçülmenin sorumlusu yapılmaktadır.
TCMB’yi uyguladığı para politikası, özellikle uyguladığı enflasyon hedeflemesi programı nedeni ile, aşırı değerli tutulan TL’nin sebep olduğu cari açık sorunu ile bile eleştirmek mümkündür. Ancak, ekonomik dizginleri elinde tuttuğu iddiasında olan muktedir iktidar, bunu yaparken de yerine ne koyacağını söylemek zorundadır, yoksa hamaset söylemi dışında bir şey olmaz. AKP’nin beton ekonomisinin kırılgan yüzüyle karşılaştığı ve betonunun çatlaklarının belirdiği dönemde TCMB’yi hedef alması, kurumun bağımsızlığının da yok olma sürecine girdiğini artık iktidarın imar mevzuatı gibi, onu mali yönden etkileyen kurumları da kontrol etme hevesini açıklıkla göstermektedir. TCMB artık açık hedeftir. AKP’nin daha önce ki uygulamaları da göstermiştir ki, hedef alığı kurumu yaptığı kamuoyu algı operasyonlarıyla bertaraf etmekte ve parti kurumu haline getirmektedir. Yeni bir dönem başlamıştır. İnşaatçılar, kentsel rantçılar ve beton ekonomisi tapıcıları bu aşamada kazandık diye düşünüyor olabilirler. IMF Başkanı Christine Lagarde 2014’te şöyle diyordu :”Türkiye’de konut balonu makro dengeleri tehdit ediyor”. Mealen şunu söylemek istiyor diyebiliriz; konut balonu patlamak üzere, patlamadan en büyük yarayı da, bugün kazandık diyenler alacak. Diğer ülkelerin deneyimleri bunu gösteriyor.
AKP’nin algı operasyonlarıyla teğet geçtiğine inandığımız (!) 2008 krizi sonunda, tıkanan bu strateji ve tercih dev bütçeli “mega”, “megadan bile büyük”, “dünyanın en büyük” altyapı projeleri ile İstanbul’un kuzeydoğusuna genişlemesini sağlayan kentsel rant yaratma amacıyla oluşturulan inşaata dayalı yatırımlara ancak iktidarın zorlamasıyla devam edilebildiğini gösteren bir çok kanıt gösterilebilir. Bunlardan en bariz kanıt artık uluslararası piyasalardan Türkiye’nin böyle projeler için kredisinin yeterli olmadığı ve dünyaya yatırım için inandırıcı gelmeyen bu yüzden Mega Projelere Hazine garantisi verilmesi, buna rağmen ihaleyi alanların dış kaynaklı kredi bulamamasından ötürü devlet bankaları liderliğinde kurulan konsorsiyomlar vasıtasıyla yap-işlet müteahhitlerine kamu kaynağı aktarılmasıdır. İhale ve ticaret literatüründe olmayan bir çok değişiklikler işi alan lehine yapılmış, kamu aleyhine bir durum yaratılmış, kâr müteahhitte yük kamunun sırtına yüklenmiştir. Öyle ki; Hazine Müsteşarlığı değeri 1 Milyar TL’nin üzerinde kamu-özel sektör işbirliğiyle yapılan projelerde şirketin çekilmesi durumunda dış borcun % 85’inin kamu tarafından üstlenebileceğini ancak hangi projenin hazine garantisinden yararlandığının kamuya açıklanmayacağını karara bağlamıştır.
Tüm bunlar beton ekonomisi modelinin kırılganlığına, kriz dinamiklerine ışık tutan verilerdir.
Genel olarak Türkiye için inşaat sektörü her ülke için önemli olduğundan biraz daha fazla önemlidir. Ancak stratejimizi kolay para kazanılan bir sektör olan inşaat sektöründen katma değeri yüksek sektörlere kaydırmak uzun vadede ekonomimiz için daha büyük yarar sağlayacaktır. Kısa vade de bugüne kadar ekonomik büyümeyi ayakta tutan sektör, sahip olduğu kırılganlıklarla yarın çökerse, böylesi bir şokun faturası bugün verdiğimiz öneme paralel olarak yüksek olacaktır.
Yorumlar