top of page
Yazarın fotoğrafıevrenseldevinim

BİR SOSYALİST GEZGİNİN MÜTEDEYYİN DİYAR GÜNCESİ

Güncelleme tarihi: 3 Oca 2022





Yayınlanma Tarihi: 26/01/2021

Sosyal Bilimde deney imkânsız mı?

Sosyal bilimlerle fen bilimlerini karşılaştırırken söylenen ve kabul edilen maddelerden biri de toplum bilimlerinde fen bilimlerinde olduğu gibi deney yapma, laboratuvar şartlarını sağlamak çok zordur. Çünkü toplum çok fazla dinamiği içinde barındırır aslında o dinamikleriyle bir toplumdur. Deney koşullarında olduğu gibi bir koşulu göz ardı edebilmenin de yolu yoktur. Toplumda birbirinden bağımsız hiç bir koşul, dinamik yoktur. Tüm koşullar birbiri ile binlerce ağ ile bağlantılıdır.

Bilim yukarıda olduğu gibi söylüyor. Tarih okuyucuları (doğal olarak tarihçilerde) şöyle söylerler; Tarih tamamı ile insanların edimlerinin çizgisel sonucudur. Bu çizgiselliğe tarih, zaman ve tarihsellik adını verebiliriz. Ve toplumlar tarihin her döneminde birbiriyle özü itibariyle aynı davranışları gösterirler.


18. Yüzyıl bilimlerinden Sosyoloji ve Sosyal Psikoloji de toplumların laboratuvar şartları gibi olmasa bir çok denemeye tabi tutulabileceğini ve aynı psikoloji de olduğu gibi gözlemlenip, değerlendirilebileceğini söylerler. Sosyoloji ve Psikoloji bir arada yeni ve karanlık (kirli) bir sosyal bilim disiplini ortaya çıkarmıştır Toplum mühendisliği. Bu mühendisliğin tarihi felsefe ve matematik kadar eski olmasına rağmen bir araya toplanıp tam bir disiplin haline gelmesi ve adlandırılması 19.Yüzyıla nasip olmuştur. İlk din, ilk yönetim, ilk kavga ve ilk barışmadan itibaren sosyal mühendislik ortaya çıkmıştı. Toplum mühendisleri zamanı, parayı ve tanrıyı yaratıp bir mekanizma halinde çalıştırdıkları andan itibaren iki ayağı üzerine dikilen homo sapien yeni tasarım dünyasında yaşamaya başlamıştı.

Sosyalist gezginimizde merakla dünyayı gezerken, yalnız masallarda olabilecek toplum mühendislerinin, mimarlarının eseri olan dillere destan, herkesin hayranlıkla, gıptayla baktığı zamanının çok gerisinde yaşadığı halde aya otoban yaptığını sanan insanların olduğu "mütedeyyinler diyarına" rastladı. Çok gezen mi bilirmiş, çok okuyan mı derlerse bu sosyalist gezgin kütüphanelerce kitap hatmetmiş, gezmedik diyar bırakmamış ama burada gördüklerinden sonra ne kadar cahil olduğunu ve cehaletin nasıl insanları mutlu ve bilgi deryası yaptığını görmüş. Yani bu diyar da ne çok okuyan, ne de çok gezen bilirmiş. Mütedeyyinlerin belirlediği en mütedeyyinler bilirlermiş.


Ne diyarmış burası bir bilseniz, dünyanın geri kalan diyarlarının zavallı insancıkları burayı görmeden ölürse gözleri açık gidermiş. Sosyalist gezginin pek inançla, tanrı ile işi yokmuş ama o bile şükretmiş mesela, bu diyarı gördüğü için. Bir gece vakti kaçarcasına giderken bu diyardan bir deftercik unutmuş mu, düşürmüş mü artık; bırakıp gitmiş. Odasını toplamak için girdiğimizde bulduk komodinin hemen yanında, biraz okuyayım dedim, biz mütedeyyin milletine okumak pek iyi gelmiyor, başımız ağrıyor hemen. Ben de okumadan yazmaya karar verdim. Hem başım ağrımaz, hem de bu dinsiz, imansızı okusam ne okumasam ne, bizim hocanın nefesi kuvvetli arada bir okutuyorum yetiyor.

:::::::::::::


Gece yarısı indim otobüsten, binerken "nereye gidiyor?" diye sormuştum terminaldeki son otobüse, tuhaf hareketleri olan görevli "mütedeyyin diyarına" demişti. Hiç duymamıştım bu yerin adını, düşünmeden bindim. Zaten binmeseydim, sabaha kadar bu boş otobüs terminalinde otobüs bekleyecektim. Yeni bir macera olacaktı benim için, meraklı bir gezginimdir, o tuhaf hareketler yapan

genç geldiğinde sordum; "ne kadar zamanda varırız?" kolonya döküyordu ellerime saçma geldi ama herhalde bunlarda böyle bir adet var diye sesimi çıkarmadım, fakat çok kötü kokuyordu. Kolonya döken genç; "ya göz açıp kapayıncaya kadar, ya da biraz daha geç orada oluruz". Dakika bir gol bir, anlaşıldı çok başka bir seyahat olacaktı. Bu elinde kolonya şişesiyle otobüsün içinde dolaşan genç kadınların oturduğu koltuklara yanaştığında kadınlar geri çekiliyor, genç onlara daha tuhaf hareketler yapıyor, koltuk kolçaklarına sürtünüp duruyordu kadınların, kadınlar geri çekiliyordu ama kimsenin sesi de çıkmıyordu. Garip bir kek servisi ve içecek servisinden sonra, ağırlaştım uykuya daldım. Gözlerim kapandı. Göz kapaklarım daha birbirine kavuşmuştu ki tuhaf görevlinin sesini duydum; "Mütedeyyin diyar yolcusu kalmasın, Mukaddesatçılar diyarı yolcuları burada inecek, servislerle devam edecekler. " Garip bir sürü diyar yolcuları devam edecekmiş. Biz buraya ne ara geldik, saat bindiğim saatle aynı idi. Herhalde saatimde bozukluk vardı. Yolculuğu bu kadar tuhaf olan bir yerde bakalım neler yaşayacağız?


Otobüs terminali geldiğim yer gibi değildi, çok hareketliydi. Bir taksiye bindim, sarı renkte bir araç, şoför "turist misiniz?" diye sordu. Gezgin olunca böyle sorulara alışkın oluyorsunuz hayır diyecektim ama bu diyar hakkında hiçbir fikrim yoktu, macerayı sonuna kadar yaşamak adına "evet" dedim. Demez olaydım, dünya turuna ödenecek parayı otele gitmek için taksiciye ödedim. Parayı sayarken bir taraftan sahte mi değil mi diye kontrol ediyordu şerefsiz. Sonra bana para üstü verdi. Sabah o verdiği paraların sahte olduğunu karakolda tutanak tutulurken öğrendim.

Otel görüntü olarak güzeldi. Güler yüzlü bir kadınla adam resepsiyonda çok hoş karşıladılar, ilk olarak kahvaltı dahil ucuk bir fiyat verdiler. Sonra indiler, ben memnun olmayınca o gülümsemeleri azaldı, resepsiyonun arkasındaki odaya girip çıkmaya başladılar, her girip çıkmada fiyat düştü. Artık yorulmuştum, göz açıp kapayıncaya kadar geldiğim yerde otelde bir türlü odaya gidemiyordum. Açık büfe kahvaltılı odayı tuttum, evrakları imzalarken resepsiyonist kahvaltıyı anlatıyordu, gerçekten ağzım sulanmış, karnım acıkmıştı. Pasaportumu geri istedim, "bizde kalacak çıkış yapana kadar" dedi erkek resepsiyonist, "Niye?" diye sordum gayri ihtiyari, "ödeme de sıkıntı olmaması için böyle bir kuralımız var" dedi, "kuralınız sizi bağlarda, ben zaten nakit ödedim oda ücretini" deyince şaşkınlaştılar, ben de şaşkınlıktan faydalanıp, bankonun üzerindeki pasaportu cebime koydum. "İyi geceler" diye seslendim, asansör kapısının önünde Bell Boy'la beklerken, yüzüme onların yapmacık gülümsemesini kondurarak.

Bu kadar şeyden sonra odadan bahsetmeyeyim, verdiğim oda parasıyla yeni bir oda döşenirdi ama bu fiyata hayal kırıklığı demekten başka bir şey gelmiyor elimden. Sabaha karşı dışarıda sanki bir ses bombası atıldı, bütün sokakları, bütün kent hoparlörlerden sağanak gibi sesin etkisi altındaydı, bir iki sokak köpeği bu sesle beraber uluyordu o kadar. Sokaklar bu sese rağmen bomboş idi, hatta çevredeki binalardan ışık yakmış bir tane bile pencere yoktu. Merak, merak başıma her işi açan merak. Bu sesin kaynağına gitmek istedim. Hemencecik bir şeyler giyindim, bir Tişört, bir kot pantolon, ayakkabı hop hazırdım. Erkek olmanın rahatlığı.


Otelden çıktım, cadde bomboştu, sesin geldiği yeri tespit edip o yöne doğru yönelmeye çalıştım. Ne mümkün ses her yerden geliyordu. Demek ki hangi yöne yürürsem yürüyeyim sesin kaynağına varabilirdim. Sağa doğru yönelip yürümeye başladım, fazla gitmeden en fazla beş yüz metre yürümüşümdür, bir ibadethane olduğunu anladığım yerin oraya geldim, kentin üzerindeki o ses dalgası uzaklaşmaya başlamıştı, biraz daha uzaklardan geliyordu. İbadethanenin bahçesinde iki yaşlı insan oturuyordu. "Merhaba" diye selam verdim. "Merhaba" dediler. Birde upuzun kelime söylediler, sonrasında onun iki türlüsünü de bu diyarda herkesten duydum. Burada öyle selam veriliyormuş. "Ben buraya yeni geldim, burası nedir? O ses ne idi?" Olgun ve konuşkan bir ihtiyar olan sorduğum kişi gülümseyerek (bu diyarda herkeste konuşurken giyilen sahte bir gülüş maskesi var) "Burası cami, biz Müslümanların ibadet ettiği yer, o duyduğun seste ezan, bizi ibadete yani bu camide yaptığımız ibadete biz o ibadete namaz diyoruz ona çağırıyor, şuradaki çeşmelerde önce abdest dediğimiz temizliğimizi yapar, sonra cami de namaz kılarız. Namazı da camilerde imam dediğimiz kişi kıldırır, şimdi sabah namazı olduğundan burada imamı bekliyoruz ki caminin kapısını açsın" dedi. Safiyâne bir ifade ile "bu kadar kişi için mi o kadar ses?" diye sordum. Sahte gülümsemeli ihtiyar çok içten kahkaha attı, "bu diyar da ses çoktur evlat da, görüntü azdır".

Bir iki dakika sonra gözleri mahmur orta yaşlı sakallı biri belirdi, caminin kapısında o uzun cümleli (sonradan öğrendim, Arapça ve İbranice selam böyle veriliyormuş, hem Yahudiler hem de Müslümanlar aynı selamı verip, o selamı yalnızca kendilerinin verdiğini söylüyormuş) selamı verdi. Oradaki ihtiyarlar da cevabını verdi, ben "Merhaba" deyince o sakallı kişi durdu, bana baktı, yanımda yaşlıya "bu arkadaş yabancı galiba" dedi, ihtiyar "yabancı hoca efendi, yabancı" dedi.

Camiye girdik hoca bir başlık taktı, bir de cübbe giydi, ibadet yaptırırken din görevlilerin böyle giyinmesi zorunlu imiş, yoksa tanrıları din görevlisi ile diğer inananlarını ayıramıyormuş. Yere bağdaş kurarak oturmuştuk, sonra dan iki kişi daha geldi ama ibadethane kocamandı, benim geldiğim yerdeki bir kasaba insan rahatça sığardı buraya. Din görevlisi, imam efendi diyorlar kendisine dahil altı kişi olduk. Avluda konuştuğum yaşlı, "beni gözünle takip et ne yaparsam aynısını yap" dedi. İlk önce ayağa kalktık, ben yaşlı amcayla yan yana aynı şeyleri yaparak, büyük bir sessizlik içinde namaz dedikleri ibadeti yaptık. En sonunda bir sağa bir sola kafamızı çevirip, ellerimizle yüzümüze sürdük.

Herkes bizim gibi yaptı, sessizce otururken diğer bir yaşlı yüksek sesle konuştukları dil dışında başka bir dille bir şeyler okumaya başladı. Diğerleri ara ara o yabancı dille bir şeyler mırıldandılar, yine ellerimizi yüzümüze sürdük. Bu yabancı dille okuyan yaşlı bu sefer ayağa kalktı, bir elini kulağına attı ve sabah otel odama düşen ses bombasında duyduğum aynı sözleri söylemeye başladı. Oturanlar ara ara mırıldanıyordu yine, buna ezan diyorlar. Namaza davetmiş. Ezanın bir yerine gelince herkes ayağa kalktı. İmam yabancı dilde bir şeyler seslendi. Sonra yine o dilde bir şeyler okuyor, sesinin alçalıp yükselmesine göre insanlar, eğiliyor, doğruluyor, yere kapanıyor, oturuyor, ayağa kalkıyor ve ayakta duruyordu. Ve en sonunda yine yaşlı amcayla ilk yaptığımız gibi kafamızı sağa sola çevirip ibadeti bitirdik. Daha sonra ta Hindistan seyahatinde gördüğüm boncuklarla burada tespih diyorlar, bir şeyler mırıldanarak boncukları saydık. Yine ellerimizi yüzümüze sürdük.

::::::::::::::::::::::::::::::::

(Devamı var....)



23 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page