10 EKİM 2020 tarihinde bu yazının ilkini yayınlamıştım. Aslında Linkedin de yazımlarımın pek okunduğu söylenemez ama ben yine de yazıyorum. Sekiz okur ile yirmi dokuz okur arasında gidip gelen bundan önce sekiz yazım var. Mutlaka yoğun ilgi gören yazılar vardır diye umuyorum başkalarının. Halk kesimlerimiz okumuyor, iş dünyası da -mış gibi yapıyor.
O yazımda eşimle beraber bir Beyoğlu gezmesi sırasında yeme-içme hizmeti veren bazı yerlerde (özellikle o sektörün duayeni iddia edilen kişilerce açılan) yemek yemeye çalışma, şöyle bir takılma sırasında sırasında gözüme çarpan, ülkemin durumuyla bu ülkedeki duayenlerin durumunun nasılda benzeştiğini görme talihsizliği ile karşılaştım; merak buyurmayınız zaten biliyordum ama yine de umut fakirin ekmeği demişler. Bizde ye gariban Mehmet kıvamında yedik.
Biz yedik de bir kere yeriz ikinciyi yer miyiz? o biraz zor, duayenler bu işlerin allameleri kanatsız uçsalar yine de zor.,
Duayenlere laf sokmak için yazmıyorum aslında bu yazıları, gerçek iş bilen kişilere gerçekten saygım vardır. Hele yeme-içme sektörü gibi gerçekten önemli bir sektörde iş yapan ve bu işi hakkı ile yapan herkese saygı duyarım, karşılarında haddimi bilirim. Benim sözüm işin hem mutfağını, hem işletmesini hem yaratımını bildiğini sanan projelerine ve kendilerine aşık duayenlere, dua edenleri çok olsun diyebileceğim kendilerine.
O dolaşmamdan sonra yazımda hafta bir yazayım dedim ama, sonra üstümdeki gerginliğin gitmesini istedim, sebebim o gün çok fazla gerilmiş ve kızgın olmamdı. Biraz sakinleşip öyle yazmak istedim.
Birincisi yeni mekanlar farklı girişimciler tarafından açılsalar da birbirinin kopyası gibi. Özellikle fastfood konusunda çok iyi bir mutfağımız olmasına rağmen bir türlü yaratıcı olamıyoruz. Bir trend rüzgârının etkisinde savrulup duruyoruz sürekli. Buna en bariz örneklerden biri günümüz fenomenlerinde bir et uzmanı, et uzmanlığı konusunda söyleyebileceğim bir şey yok da, kanca da takılı danayı tanımak bir şey, müşteriyi tanımak, işletme idare etmek başka bir şey. Et fetişizmi nasıl işletmecilik değilse, tuzla şovları sosyal medya da paylaşmakta bir pespayelikten başka bir şey değil.
İlk başta şunu belirteyim, düşüncelerim tüm ülkedeki bu sektörle ilgili fakat bazı durumlarda İstanbul özelinde o durumu aynı şartlardaki bir yerler içinde söylemekteyim. Beyoğlu, İstanbullun tarihi dokusu içinde en İstanbul olan nadir yerlerden biri. Tarihi doku. Dikkat ederseniz Amerikalı meşhur fastfood zincirleri bile o tarihi doku içinde iç dizaynlarını değiştirmezken, dış yüzeyde o bölgenin dokusunu öne çıkaracak şekilde bir iki adım geri geçilerek kendilerini makyajlar. Ve özellikle yeme-içme sektörünü bilen, insan psikolojisinden anlayan, bir fastfoodla, bir kebapçıyı ayrıştıracak modellemeyi bilen, insan ergonomisi, çalışan ergonomisi ve mutfak ergonomisi konusunda bilgili mimar ve danışmanlarla çalışılması doğru olacaktır. Tarihi dokusu baskın bir yerde kendinizi patlatmaya, öne çıkarmaya göze batmaya çalışmanız hem oraya, hem oraya gelen insanlara büyük bir saygısızlıktır. İnsanlar (insan psikolojisini bilenler anlayacaktır) böyle şeyler affetmezler. Paris de Mitterrand'ın ön ayak olması ile Louvre Müzesiyle bağlantılı cam piramidi ne Paris halkı ne de şehri ziyaret edenler Mitterrand'ı affetmedi.
Yeme-İçme sektöründe renk psikolojisini çok iyi bilmek zorunda insanlar, ve artık 1990 başlarında bu ülke de bir çok mekana bulaşmış olan lahmacuncu Sarı-Siyah renklerinden vazgeçilmesi çok iyi olacaktır. Siyah rengi, ah o Okan Bayülgen, Sinan Çetin gibilerin başımıza bela ettiği asaletin rengi (!) Siyah renk. Kulağınıza bir şey söyleyeyim mi? Yeme-içme sektöründe siyah renk insanları zerre etkilemiyor, sizleri de çok özel kılmıyor. Fastfood işi yapıyorsunuz, hız ve enerji siyahla anlatılır mı? Et veya Tavuk sandviç yapıyorsunuz ne alaka siyah renk. Biz prestijliyiz, biz özeliz demenin çok başka yolu var fastfood sektöründe mekanı dolduracaksın, insanların gözlerini neşelendireceksin, onları hızlandıracaksın, gülerek yedireceksin, ve renk algılarınla bir daha gelmesini sağlayacaksın. Fastfood markası çıkarmak, Fastfood olmak öyle kolay bir şey değil. Bir gün birkaç kişi oturup şunu, bunu yaparsak şöyle olursa olacak gibi bir şeyde değil.
Bu iki yazı giriş yazısı, dertleşme yazısı olsun. Sonrasında adım adım gidelim bu sektörde neler yapılabilir, neler olabilir ve gerçekten bir marka veya ürün çıkarabilir miyiz konusuna. Bizim de belki de ufak bir katkımız olur, duayenlerde bir şeyler öğrenir.
Bitirirken sizlere faydalı olabilecek bir kitap öneriyorum (her yazının sonunda böyle yapmayı düşünüyorum)
Bu sefer ki son sözümüz tavsiye ettiğimiz kitabın yazarı Gökhan Dökmeoğlu'nun giriş başlığı olsun.
Son Söz:
RESTORAN AÇMAK CİDDİ İŞTİR.
Bu yazı 16 Kasım 2020'de Linkedin'de yayınlanmıştır.
Comments