BİZANS
“Dünya uygarlıklarını geniş bir kapsam içinde inceleyen Arnold Toynbee, Bizans’ı, Helen, Batı, Çin, Hindu ve diğer uygarlıklarınki gibi özellikler taşıyan ve kendine özgü bir kimliği olan yirmi bir uygarlıktan biri olarak tanımlamıştır.
… Bizans uygarlığının coğrafi çekirdeğini Anadolu ve Güney Balkanlar’da, atasını Helen veya Antik Yunan kültürlerinde görmüş, temel coğrafi yayılma ya da genişleme alanının da Rusya ve Sibirya olduğunu düşünmüştür. Toynbee, Bizans’ın iç proletaryasının Ortodoks Hıristiyan kilisesi ve dış proletaryasının barbar istilacılar olduğunu ileri sürmüştür.
… Bizans kültürü, Antik Yunan dili, edebiyatı, felsefesi, bilimi, tıbbı, sanatı ve eğitimi ekseninde biçimlendiği için melez bir gelişim göstermiştir. Politik-hukusal kurumları, Helen ve Roma kurumlarının kaynaşmasıyla oluşmuştur. Hâlâ önemini koruyan ikinci unsur ise Ortodoks Yunan Kilisesi’nin temelini oluşturan Yahudi tektanrıcılığıdır. Bizans’ta Yunan geleneği, başkent Konstantinopolis’in kurulduğu 324-330 yıllarından, şehrin Osmanlılarca işgal edildiği 1453 yılına dek korunmuştur.
… Bizans, diğer uygarlıklarla ve halklarla karşılaşmasına iki kültürel valizle gelmiştir: Biri Helenistik eski giysilerle, öteki Hıristiyan yeni giysilerle dolu olan birer valiz. Bizans uygarlığı, İslam ve Slav dünyalarını muazzam biçimde etkilemesinden önce bile, (onlara bir alfabe ve Kutsal Kitaplar’ın çevirisini vererek ve böylece Alman edebiyatının doğuşunu sağlayarak) Gotlar; (hem Hıristiyan mirasının çeşitli bölümlerini, Kutsal Kitapları, hem de Helenizm’i, çeviri ve okul müfredat programını vererek) Ermenileri ve Suriyelileri; (ilahiyat, eğitim ve manastır sistemini vererek) Latin Batı’yı derinden etkilemiştir.
… 7.yüzyılda, hem Müslüman Arapların, hem de pagan Slavların geçmişte Bizans İmparatorluğu’nun ve uygarlığının parçası olan önemli alanlara yerleşmiş olduklarıdır. Güney Slavlar için bu bölge esas olarak Balkan Yarımadası’nın kuzeyi ve ortasıydı; Müslüman Araplar ise tüm Suriye, Filistin Mezopotamya topraklarını ve Ermenistan, Mısır ve Kuzey Afrika’nın bir bölümünü ele geçirmişlerdi.
… Bizans uygarlığının İslam dünyasıyla karşılaştığı dönemde Slav dünyasıyla da karşılaşması oldukça öğreticiydi. Olay sadece bu iki karşılaşmanın zamandaş olması değil, bu iki yeni toplumun da önlerinde seçebilecekleri çifte Bizans mirasının (Helen ve Hıristiyan olmak üzere) var olmasıydı.
…6.yüzyılın sonlarında başlayan ve 7.yüzyılın büyük bir bölümünde devam eden Güney Slav kabilelerinin istilası sonucunda, Balkan yarımadasının kuzeyindeki ve merkez bölümlerindeki bütün Bizans temel kurumları –yerleşim yerleri, idari yapı, Hıristiyanlık, okullar ve eğitim- yok edilerek Balkan yarımadasının önemli bir kısmı ele geçirildi.”
Speros Vryonis. COGİTO Dergisi Bizans Sayısı Sayı 17, Kış 1999. “Bir Dünya Uygarlığı; Bizans” s. 37, 38, 39, 43
“…’miras’ biraz problemli bir kavramdır ve her halükârda tüm öyküyü oluşturmaz; dahası, bir toplumu diğerleri üzerinde sonradan bıraktığı etkilerle yargılamak hiç de övülesi bir şey değildi. …Bizans, buğum Doğu Avrupa’da yeni ortaya çıkan ulusal tarihlerde yeni bir anlam kazandı; Bizans devletinin Avrupa, Doğu ve Akdeniz’deki karmaşık ve değişken biçimi ile bu bölgelere olan ilgisinin, 7.yüzyıldan itibaren ilerleyen İslam’ın girişimleriyle bir arada yürüdüğü görülebilir. Osmanlı İmparatorluğu, Bizans’ın yerine geçmekle kalmadı; Ortodoks kültürün varlığın sürdürmesine izin verdi ve böylece, komünizm sonrasında Doğu Avrupa’da ortaya çıkan devletlerde Ortodoksluğun canlanmasıyla ifadesini bulan Bizans ‘mirası’nı muhafaza etti”.
Averil Cameron. Bizanslılar. İŞ Kültür Yayınları. İstanbul, Mayıs 2016, s.240
Bizans’ın devlet yönetimi nasıldı? Askeri yapısı nasıl dı? Hukuki yapısı nasıldı? Diye bakmak lazım gelir. Sonra bunu Selçuklu ile karşılaştırıp, Osmanlı da nasıl mış diye de iyice bir gözden geçirip değerlendirmek için Osmanlıya bakmak lazım; Osmanlı-Ottoman/Attaman, Selçuklunun devamı bir Türk İmparatorluğu mu idi yoksa Roma-Bizans devamı bir İmparatorluk mu idi?
Bizans’da;
1. Roma ve Bizans imparatorluklarındaki en önemli siyasi mevki, şüphesiz ki imparatorluk koltuğuydu. MS II. yüzyıldan itibaren imparator tek iktidar sahibiydi ve sözü kanun yerine geçiyordu. Özellikle (Hıristiyanlık sonrası) dinsel inanıştan dolayı İmparatorun ülkeyi adil ve akıllıca yönetebileceği beklentisi halen vardı. Ayrıca, tahtın gerisindeki gerçek güç orduydu; başarılı bir askeri geçmişi olmayan ve kıdemli subayların desteğini almayan hiçbir imparator tahta çıkamazdı.
2. İmparatorlukta tahta geçme durumu pek net olmazdı.
2. Slavların desteğini almayan hiçbir imparator, imparator olsa bile Roma kültürüyle bağlantılı teamüller (Roma ve Bizans ta taht için kardeş ve akraba katli normal bir uygulama olarak görülür aynısı Slav/Rus ve devamında Doğu Avrupa –Balkan- coğrafyasında da tahtın selamati –bekası-(!) için başvurulan bir uygulamadır. Hatta Slavlarda bu gelenek öylesine yerleşiktir ki Komünizmin yönetimi devirip Hanedan Romanov’ları ele geçirdikten sonra tüm hanedan ailesi yaşlarına bakılmaksızın gelecekte iktidar hakkı istememesi için katledildi) gereği tahtın babadan oğula devamına yönelik bir eğilim vardı. Bunun istisnaları dışında, uygulama çoğunlukla teamüle uygun olarak devam etti. Kendi çocuğu olmayan imparatorlar, çoğunlukla yeğenlerini evlat edinir ve onu veliaht olarak ilan ederdi.
3. Roma imparatorluğunun zayıf olan bir yönü Bizans döneminde yeniden düzenlenmiş ve ona göre kültür oluşturmuştur. Roma sarayının zayıf tarafı, mensuplarının her zaman üst katmanlardan gelen bireyler olmaması idi. Bizans özellikle Jüstinyen döneminden itibaren kalıcı olarak, kan bağı ve seçkinlik şartı aramıştır.
4. İmparatorun seçilmesi ve özellikle İmparatorun tahttan indirilmesi durumlarındaki en önemli güç orduydu.
5. İmparatorluğun ilk dönemlerinden itibaren siyasi, askeri ve ekonomik olarak güçlü olan aileler imparatorluk yönetimine ulaşabilen kişilerdi ve doğal olarak geleneksel bir aristokratik yapı olmayan bu aristokrasi üyeleri, üye olmaktan çok “imparatorun adamları” olarak konumlanırdı.
6. Roma siyasi sisteminin onu diğer imparatorluk sistemlerinin çoğundan farklılaştıran bir başka özelliği vardı. Bu, küçük çaptaki yapı ve yerel sorunlarla ilgisi genellikle düşük seviyede kalan ve eyalet valilerinden oluşan bir yönetimin varlığıydı. Roma imparatorluğu “şehirlerin ittifakı” olarak da anılmıştır.
7. Eyalet yönetimiyle ilişkili pek çok hizmeti –güvenlik, bayındırlık işleri, yiyecek temini ve kamu hizmetleri gibi –Roma devleti değil, şehirlerinin yerel meclisleri (curiae) karşılıyordu. İmparatorluk büyümeye başlayınca (özellikle Augustus –MÖ 27/MS14- dönemiyle beraber) devlet mekanizması büyümüş ve merkezi yönetim (eyalet sisteminin karşıtı olarak) imparatora devlet yönetiminde destek vermek üzere yavaş yavaş ortaya çıkmıştı (Bunda Roma’nın doğu seferlerinde özellikle Pers ve Mısır coğrafyasındaki temasları da etkili olmuştur). Bu bürokrasi, büyük ölçü de Bizans döneminde gelişmiş ve Bizans devletinin en önemli özelliklerinden biri haline gelmişti.
8. Merkezi yönetim, iç içe geçmiş Askeri, İdari ve Mali yapıda geniş bir alana yayılmıştı.
9. İmparatorun, anayasal mana da bir “bakanlar kurulu” yoktu. Fakat imparator danışmanları vardı. Bu danışmanlar imparatorluğun en güçlü siyasal figürleriydi.
10. Bizanslıların anlayışına göre hükümdarlar hiyerarşişi içinde kimileri daha yukarı da, kimileri daha aşağıda yer alıyordu. Hiyerarşinin tepesinde ise en yüksek hükümran unvanının sahibi, en eski Hıristiyan imparatorluğunun önderi, bütün Hıristiyan halklarının babası ve hükümdar ailesinin reisi olarak Konstantinopolis’teki Roma imparatoru bulunmaktaydı.
11. Bizans İmparatorluğu çoğunluğu Hıristiyan bir toplumdu ve Hıristiyan kilisesinin öğretileri ve kurumları onu her alanda etkilemişti.
12. Roma İmparatorluğu sosyal ve ekonomik alanda ilginç bir tezat oluşturuyordu. Bir yandan toprak sahiplerinin güçlü aristokrasisi özellikle taşradaki topluma her alanda egemendi. Ticaret ve tüccarlar küçümsenir ve toprak sahipliği bir beyefendinin yapabileceği tek “meslek” olarak görülürdü.
13. Roma ve Bizans imparatorluklarında orta sınıf yoktu. Şehirdeki insanlar gündelik işler ve bürokrasi tarafından ücretlendirildi. Bireylerin çoğunluğu, geçimlik tarım yapan ya da büyük toprak sahiplerinin çiftliklerinde kiracı olarak çalışan fakir çiftçilerdi. Ekonomi, özgür ama fakir çiftçinin hakimiyeti altındaydı.
14. Ordu ayrı olmak üzere toplum ve ekonomi, çoğunluğa pozisyonlarında herhangi bir terfi vaat etmeyen ve yüzyıllardır değişmemiş eski sistemin kontrolündeydi.
15. Roma ve Bizans’ta, Ordu dikkat çekici bir toplumsal ve ekonomik değişim aracı olmuştu.
16. Asker alımları doğal olarak imparatorluğun geri kalmış bölgelerinden (Balkanlar ve kuzey sınırları) yapılırdı. Ve akıllılık, dayanıklılık ve cesaret sıklıkla hızlı terfilerle sonuçlanırdı. Ordunun yüksek komutanları genellikle aristokrasi üyeleri için saklanırdı, ancak zaman geçtikçe en alt kademedeki askerler bile bu rütbelere yükselebilirdi.
17. Bu bölgeden askerlik için alınan gençler devşirilir; Hıristiyanlaştırıldı ve Bizanslılaştırıldı. Hem iyi bir Hıristiyan, hem de iyi bir asker olarak yetiştirildi.
SERİNİN DEVAM YAZISI .... DEVLETTE DEVAMLILIK ESASTIR 5 OTTOMAN/ATTAMANDAN OSMANA
Comments