Görsel Kaynak: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/231888
https://youtu.be/29wczUF1wQA Okurken Barış Manço'dan "hemşerim memleket nire" şarkısını dinlerseniz keyifli olur.
<iframe width="560" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/29wczUF1wQA" title="YouTube video player" frameborder="0" allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture; web-share" allowfullscreen></iframe>
(Yazıda yerleşmiş olan “hemşeri” kelimesinin yerine “hemşehri” kelimesinin kullanılmasının sebebi; hem doğrusunun bu kullanım olması hem de Türk Dil Kurumu sözlüklerinde böyle geçmesidir.)
Hemşehrilik, hemşehri olma durumu. Yani aynı yöreden, kültürden, bölgeden olma haline hemşehrilik diyoruz. Ülkemiz İstanbul başta olmak üzere Metropol şehirlerin tamamı hemşehri yerleşim alanlarıdır.
İstanbul Karadeniz’dir, Doğu Anadolu’dur, İç Anadolu’dur bütün Anadolu’dur ama bir türlü İstanbul değildir. İstanbul’daki insanlar şuradandır, buradandır da hiç İstanbullu değildir. İstanbul’un Ümraniye’sinde oturur yalnızca. Aynı yalnızca Berlin’in bir sokağında yalnızca oturan Türk gibi.
2004 yılında bir gazeteye röportaj veren Hemşehri dernekleri başkalarından biri “Hemşehricilik Türklerin genlerinde var” diyor. Tabi bu söylem sosyolojik olarak doğru değil ama ülkemizde maalesef ki böyle kabul edilmektedir.
Ülkemizde 1950 yılından başlayarak kenti kırsalla kuşatma politikasının sonucu, ilk başlarda sermaye kesimine ucuz işgücü sağlamak için tetiklenen göç sonrasında özellikle 1970lerde artmış, 1980lerde artık tüm kentler kontrolsüz bir biçimde kırsalın işgaline uğramıştır. Bu göç olgusu aslında Anadolu coğrafyası için hiç de yabancı değildir.
Her göç dalgası aslında bir işgal ve yağmadır. Bu sanayi devriminin başladığı İngiltere de böyle olmuştur. A.B.D ve Amerika kıtasında böyle olmuştur. Fransa da, İtalya da hatta Almanya da bu süreçler yaşanmıştır. Farklı bir coğrafyaya ve kültüre gelen insan yığınları, burada çok farklı yörelerden dini, dili, milliyeti, kültürü farklı insanlar arasında yalnızlık ve sahipsizlik hissine kapılmaktadır. Kendi yöresinden, kendi milliyetinden, kendi dininden ve kendi kültüründen olan insanlara tutunmak onlarla beraber olma ihtiyacı duymaktadır. O insana güven duygusu vermektedir. Cesaret vermektedir. İşte New York’ta Balkan göçmenlerinin, Çin göçmenlerinin, İtalya göçmelerinin ve Yahudi göçmenlerin gettolar oluşturması bu hissiyat sebebiyledir. Bu göç ülke içinde olduğunda da ülkemizde ki gibi bölgesel ve yöresel gettolaşmalar oluşmaktadır. Bunun adı tam anlamıyla hemşehriciliktir.
Kendi gelenek, görenek ve anlayışlarını kente taşıyan bu yığınlar, bu geleneksel kurallarını kentlerde kurdukları gettolarda hukukları ve yasaları haline getirmiştir. Bu yeni anlayış gelmiş oldukları kentlerdeki çoğu kez eskiden beri süre gelen kültürü ve ahlakı erozyona uğratmıştır. Bu erozyon ile beraber yeni ahlak anlayışı ve kültür oluşmaktadır. Bu yeni kültürün üst başlığı yozlaşmadır. Hemşehricilik yozlaşma ovasında ya da yaylasında gelişmektedir.
Hemşehricilik en başta aynı karakteristik yapıya sahip insanlar arasında güç birliği yaratır. Bu bireylerin bu destekle ekonomik ve sosyal olarak rahatlamalarını sağlamaktadır. Ve göreceli olarak nicel anlamda gelişme sağlamaktadır. Bu süreç her seferinde grup içinde alfa karakterler ile gelinen coğrafyadan beri kanaat önderi görülene küçük grup ve kişiler kendi çıkar menfaatleri için kullanılan yapıya dönüşmektedir. Buna karşı çıkan birey ve gruplar bu oluşmuş olan eski/yeni hukuk üzerinden bertaraf edilmektedir. Hemşehrilik bağının dışında kalmak istemeyen bireyler sessiz kalmaktadır. Hemşehricilik bağı bir süre sonra siyasi, ekonomik, sosyal ve inanç açısından bireyin tüm hayatını kontrol altına almaktadır. Bunların tamamında ahbap-çavuş ilişkisinin tek veya en büyük sebebi hemşehriciliktir.
Anadolu’ya ilk gelindiğinde mevcut olan Lonca sistemi ilk olarak Bektaşi dervişlerinin kontrolünde ahilik teşkilatına dönüştürülmüş, bu yapılar bir yöreye yerleşen Türk obalarının gruplarını ekonomik ve sosyal kümeler haline getirmiştir. Bizans’la başlayan bu hemşehri /nepotist yapı özellikle etnik kökenle dini ayrımcılığı merkeze alan coğrafya da o grupların yaşaması şansı olmuştur. Bu yapı Türk gruplarına Bektaşi tekkelerine sıkı sıkıya bağlı ahilik teşkilatı olarak yansımış, yerleşmiş oldukları coğrafyalardaki Yahudi, Ermeni ve Rum meslek loncalarına karşı bunlarla savunma yapmışlardır. Bu yeni yerlerde kendi mahallelerini oluşturmuş, gettolaşma başlamıştır. Bu ahi teşkilatı dini ve ekonomik tüm kontrolü eline almış, o dönemin mafya benzeri yapısı haline gelmiştir. Ahi yapıları yörelerinde silahlı güç haline de gelmiş, kendi merkezi saltanatlarına bağlılık adına seferlere katılmıştır. Bektaşi gelenekle kurulan ve onun üzerine inşa edilen yapı yozlaşmasını mezhep değişikliği beraber daha da hızlandırmış, öğreti ve uygulama arasındaki farklar sebebiyle tamamen maksadının dışına çıkmıştır. Yapı sonra aynı Bizans’ın Lonca teşkilatına dönmüştür. Kentlere göçün hızının arttığı ve ekonomik, sosyal karışıklığın artmaya başladığı 18. Yüzyıl ortalarından itibaren gedik yapılarına dönmüş, bununla toplumsal yapıya binlerce kontrol edilemeyen gedik açılmıştır. Bu mesleki gedikler tam bir Hemşehricilik ve dindaşlık kümeleri oluşturmuştur. Tüm bunların neticesi Hemşehricilik oluşturduğu yeni ahlakla, tüm toplumsal ahlak dışılığı ahlaki hale getirmiştir. Yani Hemşehricilik yeni ahlak anlayışıdır.
Kasaba esnaflık anlayışıyla, köylülük yapısının kente taşınması hemşehricilikle olmuştur. Siyaset özellikle sağ milliyetçi ve muhafazakâr siyaset anlayışı ile beraberce kent modernitesine karşı koymuştur. Siyaset bu yığınların (sağ siyaset özelinde) kentleşmesine engel olmak üzere, din kurumları ile beraber eski anlayışta kalmanın yığınlara kazanç ve güvenlik sağlayacağını göstermiştir. Tamamına yakını nitelik işgücü olan bu yapıları ekonomik olarak elde tutmak adına her hemşehri grubunun nitelik istemeyen ve kalabalık yığınları barındırabilecek ekonomik sahalardan bir yada birkaçına kümelenmesini desteklemiştir.(Örnek olarak Karadenizli ilk kuşak göçenlerin inşaat amelesi, ustası vb. işlerde kümelenmeleri, Rizelilerin fırıncılığı, Kastamonuluların Apartmanlarda kapıcılığı, Erzincan Kemah yöresinden göçenlerin Han Kahveciliğinde kümelenmesi, Konya’dan göçenlerin çoğunluğunun zerzevatçı olması, Sivas’ın belli yörelerinin iş merkezlerinde hamal diğer bir kısmının Tokatlılarla beraber Hamam Tellağı olması gibi).
Hemşehricilik toplumlarda başlangıçta hoş görünmesine rağmen, sonuçları hiç de hoş olmamaktadır. Medenileşme reddiyesi haline gelen ve özellikle kentleşme, kentli olma haline karşı koyuş şeklinde bir muhafazakâr yapı oluşturmaktadır. Burada oluşan anlayışı ve ahlakı en iyi anlatan söz “kol kırılır, yen içinde kalır” sözüdür. Bu söz yoz bir ahlak ve anlayışın oluşmasına kılıf olarak kullanılmaktadır.
Hemşehriciliğin toplumda yarattığı sorunlar;
1. Ahlaki yozlaşma
2. Kültürel yozlaşma
3. Sosyal yozlaşma
4. Mafyalaşma
5. Ekonomik yozlaşma
6. İnancın yozlaştırılması
7. Ahbap-çavuş ilişkisi
8. Estetikten yoksunlaşma
9. Eğitim ve düşüncede niteliğin kaybolması
10. Magazinin yüceltilmesi
11. Kavramların değiştirilmesi (Demokrasi, devlet vb.)
Hemşehricilik ülkemizde sosyal bir sorundur. Ve hemşehri dernek, vakıf gibi yapılarla bu sorun artık kurumsallaşmıştır. Ülkemizin toplumsal yapısını çok derinden tahrip etmekte ve bu yapının asalaklarını besledikçe, asalaklarınca bunun çoğalması ve kalıcı olması için gayret sarf edilmektedir.
(Bu yazı TOPLUMSAL YOZLAŞMA; HEMŞEHRİCİLİK adlı makalemin özetidir.)
Comments