KAHVEHANEDEN KIRAATHANEYE… İLK KIRAATHANE….
- özdenbekir karakaş
- 9 Nis
- 9 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 6 gün önce

2024 yılı itibariyle Türkiye de 700 bin civarında1 kahvehane bulunmakta imiş. Buna Cafe’ler ve al-götür fast kahveciler dâhil mi bilmiyorum… Bildiğim bir şey, bu coğrafya da kahvehanelere uzun zamandan beri hem “kahve” hem de “kıraathane” denilmektedir.
Türklerin (Osmanlı dönemi icadımız) Avrupa’ya hediyesi kahvehane ve kahve kültürü konusunda ne tarihi ne de sosyoloji açısından derinlemesine çalışmalar bulunmadığı, araştırmaların birçoğunun birbirinin tekrarı ya da çoğu Avrupalı seyyahın pek de gerçekçi olmayan yazılarından atıflarla dolu olduğu gerçeği ortadadır.

Kahvehaneler yıllar evvel bir Kahveciler Derneği Başkanın söylediği gibi; “eğitim ve haberleşme yuvaları”2 değildir. Ya da “… eğer Konstantiniye de ve eğer Galata’da vâki olan meyhane ve kahvehaneleri külliyen def’ ve ref’ itdüresin …” diyen Osmanlı padişahı IV. Murat gibi de bakmamak gerek bu toplumsal mekanlara. Çıktığı günden itibaren erkeklerin mekânı olan bu yerler, erkeklerin dedikodu yaptığı, sosyalleştiği bir ortamdır. Ve tamamen bu mekân ile bu mekân üzerinden yaratılan kültür erkeklere özgü ve mahsustur.
Biz Avrupa’ya Kahvehane kültürünü ihraç ederken, Avrupa da bu kahvehane olayını özellikle 17. Yüzyıl sonu ile 18. Yüzyıl başlarında toplumsal yapılarına göre farklılaştırmaya ve toplumun seçkinler kesimi için özel bir hale sokmaya başladı. Beyefendi kulüpleri.

Bunun çıkışı İngiltere’dir. İngiliz seçkinleri Osmanlıdan gelen kahvehane kültürünü İngiliz Sosyolog Ben Macintyre’in toplumsal tespitini boşa çıkarmamacasına bu Beyefendi (ya da Centilmen) Kulüplerini oluşturmuşlardır.
“Üç veya daha fazla İngiliz bir araya geldiğinde en az ikisi, diğerlerinin dâhil olmadığı bir kulüp oluşturmaya çalışır.” Ben Macintyre3
Beyefendi kulübü, 17. yüzyıldan itibaren genellikle Britanya'nın üst sınıflarından gelen eski erkek grupları tarafından kurulan bir tür özel sosyal kulüptür.

Britanya dışındaki birçok ülkede, çoğunlukla 1660'ta Londra'da kurulan Royal Society gibi Britanya İmparatorluğu ile ilişkili olan önemli centilmen kulüpleri vardır. Bu fikir Avustralya, Hindistan, İrlanda, Pakistan ve Bangladeş gibi diğer ülkelere de yayıldı. Ayrıca, özellikle eski olan büyük Amerikan şehirlerinde birçok kulüp vardır. Yaklaşık 1772'de kurulan Moskova'daki centilmen kulübü (Angliyskoye sobranie, rus. Английское собрание), 18.-19. yüzyıllarda asil sosyal ve politik yaşamın merkeziydi ve kamuoyunu büyük ölçüde belirledi.
Bir beyefendi kulübü genellikle resmi bir yemek odası, bir bar, bir kütüphane, bir bilardo odası ve okuma, oyun oynama veya sosyalleşme için bir veya daha fazla salon içerir. Birçok kulüpte ayrıca misafir odaları ve fitness olanakları bulunur. Bazıları esas olarak sporla ilişkilendirilir ve bazıları düzenli olarak resmi akşam yemekleri gibi başka etkinlikler düzenler.
Avrupa kahvehaneleri böyle dönüştürürken Tanzimat Fermanı ile şimdiye kadar hiç bilmedikleri limanlara yelken açan Osmanlı başkenti seçkinleri, siyasetçileri, devlet ve düşün insanları da Avrupa’dan bu yeni yapıyı kendi gereksinimlerine uygun bir hale getirmek bir araya gelmişlerdi.
KIRAATHANE DOĞUYOR…
1851 senesinde Osmanlı’nın ilk akademisi diyebileceğimiz Encümen-i Danış Mustafa Reşit Paşa tarafından kurulmuştur. Osmanlı Devleti'nde 1851-1862 yıllarında hizmet vermiş bir bilim kuruludur. Bu kurulun kuruluşundan tam on yıl sonra daha sonra Maarif Nazırlığı da yapacak olan Münif Bey (Paşa)’in de aralarında bulunduğu Osmanlı devlet, siyaset, kültür ve bilim insanları tarafından Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye (Mart, 1861) adı altında bilim, kültür, eğitim alanlarında faaliyette bulunmak üzere dernek açılmıştır. Tanzimat döneminde Osmanlı aydınları tarafından modern ilmi ve kültürü yaymak için kurulan bir cemiyettir.
Tanzimat’ın getirdiği geniş çaptaki modernleşme hareketiyle Osmanlı Devleti’nde eğitimi yeniden düzenleme, bilim ve teknikte ilerleme hedefine yönelik olarak “meclis” ve “encümen” adı altında bazı resmî teşekküller kurulmuştur. Bunların ilki, Sultan Abdülmecid’in emriyle eğitim sisteminin ıslahı için kurulan Meclis-i Muvakkat’tir. Bu mecliste alınan kararları uygulamak üzere bir de Meclis-i Maârif-i Umûmiyye oluşturulmuş ve burada eğitimle ilgili bazı temel kararlar alınmıştır. Bu kararlar arasında İstanbul’da bir dârülfünun kurulması da vardı. 1851 yılında, dârülfünunda okutulacak ders kitaplarının telif ve tercümesi için Encümen-i Dâniş adıyla bir kurul oluşturulmuştur. Gerek Encümen-i Dâniş gerekse adları geçen meclisler devlet tarafından teşkil edilmiş ve devletin maarif politikasına uygun çalışmalarda bulunmuş kurumlardır. İlk defa bu sıralarda bazı Osmanlı aydınları meslekî olmayan, statü ve şekil itibariyle devlet tarafından daha önce kurulmuş meclis ve encümenlerden farklı yapıda olan Cem‘iyyet-i İlmiyye-i Osmâniyye adlı bir cemiyet kurmaya karar vermişler, Petersburg sefiri Halil Bey’in imzasını taşıyan bir dilekçe ile sadârete başvurulması üzerine 24 Mayıs 1861’de çıkan irâde-i seniyye ile cemiyetin çalışmalarına izin verilmiştir.
Cemiyetin gayesi, Cem‘iyyet-i İlmiyye-i Osmâniyye’nin yayın organı ve başlıca kalıcı eseri olan Mecmûa-i Fünûn’un ilk sayısında neşredilen otuz beş maddelik nizamnâmede şöyle belirtilmiştir:
1. Cem‘iyyet-i İlmiyye-i Osmâniyye, kitap telif ve tercümesi ve umuma ders i‘tâsı, velhâsıl her türlü vesâit-i mümkine ile memâlik-i mahrûse-i şâhânede intişâr-ı ulûm ve fünûna sa‘y ü ikdâm edecektir.
2. Cemiyet ulûm ve maarife ve ticaret ve sanayie dair Mecmûa-i Fünûn unvanıyla beher mâh ibtidâsında bir gazete çıkaracak ve işbu mecmua... âzanın cümlesine meccanen birer nüshası i‘tâ olunacaktır.
3. Cemiyet mesâil-i dîniyye ve zamân-ı hâl politikası mebâhisinden ihtiraz edip kendisine takdim olunan lâyihaların dahi mevâdd-ı mezkûreden ârî olmasına dikkat ve itina edecektir.
Cemiyetin gaye edindiği eğitim ve kültür faaliyetleri devletin benimsemiş olduğu faaliyetlere paralel mahiyettedir. Dâimî üye, dâimî olmayan üye ve muhabir üye olmak üzere üç ayrı statüde üyesi olan cemiyetin âzaları arasında din ve ırk farkı gözetilmemektedir. Ancak seçilebilmek için aranan şartların başında üyenin Arapça, Farsça ve Türkçe yanında Fransızca, Almanca, İngilizce, İtalyanca ve Eski Yunanca gibi Batı dillerinden birini bilmesi gelmektedir. Dâimî üyeler mutlaka Osmanlı tebaasından seçilecektir. Cemiyet’in kurucu üyelerine “ruûs” verilmiştir. Üyelerin görevleri şunlardır: Dâimî üyeler “vakit ve vukufları müsait olduğu takdirde” Mecmûa-i Fünûn’a makale yazacaklar, ayrıca kendi ihtisas alanlarında ders vereceklerdir. Diğer üyeler de isterlerse makale yazabileceklerdir. Kitap telif ve tercümesinde ise fark gözetilmeksizin bütün üyeler bilgileri nisbetinde eser yazmaya çalışacaklardır.
Cemiyetin otuz üç dâimî ve sekiz dâimî olmayan üyesi vardı. Dâimî üyelerin on altısı Tercüme Kalemi’nde memur ve mütercim, on biri çeşitli memuriyetlerde, üçü Mühendishâne hocası, ikisi kurmay subay, biri de Mekteb-i Harbiyye’de subaydı. Dâimî üyelerden on biri gayri müslimdi. Kurucu üyeler arasında ulemâdan hiç kimsenin bulunmaması dikkat çekicidir. Bu husus, Tanzimat’tan önce başlayan modernleşme süreci içerisinde yetişen yeni tip aydınların eski ulemâ sınıfının toplum ve devlet kademelerindeki yerlerini hızla aldığını gösterir. Mecmûa-i Fünûn’un yöneticisi Münif Mehmed Efendi (Paşa) cemiyetin başkanı olarak bilinirse de ilk başkan Petersburg sefiri Halil Bey olup Münif Paşa “reis kāimmakām-ı evvel”i idi.
Cem‘iyyet-i İlmiyye-i Osmâniyye, tanınmış birçok ilim adamı ve devlet ricâli ile Joseph von Hammer, J. Redhouse gibi bazı yabancı bilginlerin üye olduğu Encümen-i Dâniş’in etrafında oluşan fikir hareketlerine karşı bir tavır geliştirmiştir. Encümen-i Dâniş’in en faal üyesi olan Ahmed Cevdet Paşa’nın temsil ettiği muhafazakâr ilim zihniyetine karşı Münif Mehmed Paşa fen zihniyetini öne çıkarmıştır. Türk kültür ve eğitim tarihinin önemli meseleleriyle ilgili daha sonraki bütün gelişmelerde bu iki zıt anlayışın tesiri görülmüştür.
Cemiyet belirli bir merkezi olmaksızın Mecmûa-i Fünûn’un ilk dört sayısını yayımlamış, ikinci sayının bir nüshasını devrin padişahı Sultan Abdülaziz’e takdim ederek onun dikkatini çekmiştir. 12 Ağustos 1862 tarihli irâde-i seniyyede Mecmûa-i Fünûn’un padişah tarafından görüldüğü belirtilmektedir. Daha sonra devrin sadrazamı Fuad Paşa tarafından Çiçekpazarı’ndaki Taş Mektep binası cemiyete merkez olarak tahsis edilmiştir.
Avrupa dilleri ve “fünûn-ı nâfia” ile ilgili ücretsiz derslerin de verildiği cemiyet merkezinde bir kütüphane ve okuma salonu açılmış, bu salonda otuzdan fazla Türkçe, Fransızca, İngilizce, Rumca ve Ermenice gazete ve dergi okuyuculara sunulmuştur. Ayrıca kütüphanede müsbet ilimlere dair yabancı dilde yazılmış 1000 kadar kitap bulundurulmuştur.
“Cem‘iyyet-i İlmiyye-i Osmâniyye, şimdiye kadar sanıldığı gibi Avrupa’da kurulan Royal Society ve Académie des Sciences benzeri, ilim adamlarının oluşturduğu bir ilmî cemiyet olmayıp daha ziyade Batı kültürünü tanıma imkânı bulan ve lisan bilen devlet adamlarından teşekkül eden bir kuruluştur. Müessese olarak da uzun süre devam edebilecek şekilde planlanmamıştır “ diye bir yakıştırma yapar Ekmeleddin İhsanoğlu, bu yakıştırma o bahsettiğimiz cemiyetleri birebir aynı alırsak doğrudur. Fakat işin gerçeği böyle toplumsal yapılar birebir geçiş yapmazlar. Toplum kendi ihtiyaç ve durumuna göre kendince şekillendirir ve aslında çıkış amacı ile yapısı birebir örtüşür bu yapıların.
Cemiyetin faaliyetleri, Avrupa’da gelişen modern bilimleri genç aydınlara tanıtmak şeklinde özetlenebilir. Kuruluşun içinde mütehassıs ilim adamı ve araştırmacıların bulunmaması, faaliyetlerin daha verimli hale gelmesini engellemiştir. Esasen cemiyetin ilmî araştırmaları hedef alan bir gayesi olmamıştır. Aslî görevlerinden saydığı “ma‘lûmât-ı nâfia”ya dair kitap ve risâle telif ve neşri gibi faaliyetlerini ise yerine getirememiştir. Cemiyet başkanı Halil Bey’in ve diğer üyelerin memuriyetlerinden dolayı başka yerlere tayini de cemiyetin çalışmalarını olumsuz yönde etkilemiş, bu sebeple cemiyet beş yılı aşkın bir süre faaliyet gösterdikten sonra kapanmıştır. Faaliyetlerine son verilmesi aslında Münif Bey (Paşa) ve arkadaşlarının kurduğu Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye'yi ve Mecmua-i Fünun dergisini (1862) Abdülaziz kapattı. Münif Bey II. Abdülhamid tarafından Paşa yapılarak maarif ve ticaret nazırlığını yaptı. Dergisini tekrar çıkardı, dergide "yıldız böceği" dediği için dergi ikinci defa kapatıldı.
Büyük bir heyecan ve romantik üslûp içerisinde “ulûm ve fünûn”u her türlü problem ve sıkıntının çaresi sayan Cem‘iyyet-i İlmiyye-i Osmâniyye üyeleri, modern fizik ilimlerini Türk okuyucusuna âdeta metafizik dogmatik gerçekler olarak sunmuşlardır.
Gelelim asıl konumuz Kıraathaneye yani Okuma evine.
Çiçek Pazarı’ndaki cemiyet merkezinin de bulunduğu Taş mektepte bir kıraathane açılması cemiyetin temel faaliyetlerinden birisi idi. Burada bahsi geçen Çiçek Pazarı Beyoğlu (Pera)’ndaki değil, Eminönü’nde, Yeni Cami arkasındaki yörenin adıdır. O dönemler orası Çiçek Pazarı diye anılıyordu ve Cemiyetin merkezi de orada idi. Kıraathanenin Salı günleri dışında her gün öğleden sonra saat 3'den gece 11'e kadar açık kalmasına karar verilmişti. Üyelikle yararlanılan kıraathanede çeşitli dillerde süreli yayınlar mevcuttu.
Avrupa’daki Beyefendiler Cemiyetlerinde gazete salonu, kitaplık vardı ama burası Osmanlı başkentindeki entelektüellerin bilim, felsefe, edebiyat ve siyaset konuştukları bir mekandı. Takip edilen gazeteler ve mecmualar ile eserlere şöyle bir bakıldığında bile burası tam bir enstitü gibi tasarlanmıştı. Osmanlı da bir üniversite ihtiyacının olduğu bu cemiyette ve kıraathane de dillendirilmiş ve Darülfunun hayali burada gerçeğe dönmek için olgunlaşmaya başlamıştır.

Kahvehaneler de avamlar, nargile fokurdatıp kahve içip vakit öldürürken, yeni iklim Osmanlı münevverlerine kahvehaneyi bir bilim yuvasına dönüştürme fikrini vermiştir. Burada yalnızca gazete ve kitap değil aynı zamanda İngilizce, Fransızca, Latince, Ermenice, Yunanca ve Rusça dil eğitimleri verilmiştir.
Bu kıraathane ve cemiyetten, Cemiyetin de yayın organı olan Mecmua-i Fünûn doğmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nda Türkçe olarak yayınlanan ilk dergilerden birisidir ve ilk ciddi bilim dergisidir. Yaklaşık altı yıl boyunda yayınlamış ve 48 sayı çıkmıştır.

Görsel: Cem‘iyyet-i İlmiyye-i Osmâniyye’nin yayın organı olan Mecmûa-i Fünûn’un ilk sayısının kapağı ve cemiyetin mührü
Ahmet Hamdi Tanpınar Beş Şehir adlı muhteşem eserinde o kahvehane kıraathaneleri öyle güzel anlatır ki; “İkinci Abdülhamit’in saltanat yıllarında Divanyolu’nda Arif’in Kıraathanesi pek büyük şöhret kazanmıştı. Bu kıraathanenin karşısına Bekir adında bir zat da kıraathane açıp rekabete girişince halk arasında şu kıt’a söylenir olmuştu:
Dün gice iki kıraathaneci
Birbiriyle eylemişler arbede
Vak’ayı seyredenler didiler
Arif’i yıktı Bekir bir darbede”
Kitap alamayanlar ve dünyadaki seçkin yayınlara ulaşamayanlar için, dünyadaki ve İmparatorluktaki ilk örnek olan bu kıraathanenin unvanı II. Abdülhamit’in İstibdat döneminde kahvehane gibi yapılardan çok tedirgin olması sebebiyle “kıraathane” olarak açılmaya başlamıştır. Halbuki Cemiyetin “kıraathane” yapısı ile alakası bile yoktur. O günden sonra kahvehaneler hep kıraathane olarak adlandırılmıştır. Cemiyetin kendisi, dergisi ve kıraathanesi kapatılana kadar ürettiği ve öğrettiklerinin tek harfini bile bu kadar yılda bu kadar kıraathane üretememiştir.
19. yüzyılın sonlarına doğru, Osmanlı toplumunda okuma ve öğrenme arzusunun arttığı bir dönemde, İstanbul'da eşsiz bir kültürel girişim hayat buldu: İlk dernek kıraathanesi. Bu kıraathane, sadece kahve içilen bir mekân değil, bilgiye erişimi kolaylaştıran ve halka okuma alışkanlığı kazandırmayı hedefleyen bir eğitim yuvasıydı.
1862 yılında açılan ve "Kütüphane-i Umumi" olarak da bilinen bu kıraathane, dönemin en önemli sosyal ve kültürel projelerinden biriydi. Amacı, özellikle kitap satın alamayacak durumda olan insanlara ücretsiz okuma fırsatı sunmaktı. Bu mekânda yerli ve yabancı gazeteler, dergiler, romanlar, tarih kitapları ve bilimsel eserler halkın erişimine açıktı. Bir anlamda, bugünkü kütüphanelerin ve halk eğitim merkezlerinin ilk örneğini temsil ediyordu.
Dönemin aydınları, yazarları ve düşünürleri bu kıraathanede buluşur, tartışmalar ve sohbetler düzenlerdi. Osmanlı toplumunda fikir alışverişinin geliştiği, okuryazarlığın teşvik edildiği ve kahve eşliğinde entelektüel paylaşımların yapıldığı bir ortam yaratılmıştı. Sadece edebi ve bilimsel sohbetlere değil, halkın gündelik sorunlarına çözüm aranan toplantılara da ev sahipliği yapan bu mekân, sosyal dayanışmanın güçlü bir simgesi hâline geldi.
Bu kıraathane, kitap alamayanlara bir pencere açtı; okumayı, öğrenmeyi ve paylaşmayı teşvik etti. Osmanlı'dan günümüze “kıraathane” en anlamlı örneklerinden biri olarak tarihe geçti.
Cemiyet Kıraathanesinde bulunan gazeteler;
Türkçe; Takvim-i Vekayi, Ceride-i Askeriyye, Ceride-i Havadis, Tercüman-ı Ahval, Mecmua-i Fünûn.
Fransızca; Journal de Constantinople, Courrier d’Orient, Pays, Monde, Patrle, Nation, Semapliore, Nord, Gazette de Midi, Independance Belge.
İngilizce; Galinianis Messenger, Morning Post, Dial, Levant Herald, Ateneum.
Ermenice; Mecmua-i Havadis, Varaka-i Havadis, Avedaper, Jamanak.
Rumca; Bizantis, Anatoliken Aster, Rum Cemiyeti Mecmuası.
Ve İran’dan, Mısıra kadar birçok ülkeden gazeteler (40 gazetenin sürekli bulunduğu Cemiyet belgelerinde özellikle belirtilmektedir).
Kıraathane’ye yıllık üyelik ücreti; 60 kuruş. Bununla ilgili cemiyet tanıtım yazısında şöyle denmektedir.
“Filhakika bizim kıraathanedeki kitablardan kat’ı nazar yalnızca mevcut olan gazetelerin tedariki senevî lâakal sekiz dokuz bin guruşa mütevakkıf olub halbuki yalnız altmış guruş ile mütalâa olunacağından şu fevaidin husulüyçün lazım gelen mesarifi yüzden birden daha aşağıya tenzil eylediği aşikârdır.
Kıraathane âzâsına haftada iki def’a meccanen Fransız ve İngiliz lisanları dahi tedris olunub şimdiden yirmi kadar şakird tecemmü eylemiştir.”
“Gerçekten bizim kıraathanedeki kitapları bir yana bırakalım, yalnızca mevcut gazeteerin sağlanması yıllık en azından sekiz dokuz bin kuruşa gerek gösterir, oysa bunlar yalnızca altmış kuruş ile incelenebileceğinden bu yararın sağlanabilmesi için gerekli masrafı yüzden birden daha aşağıya indireceği açıktır.
Kıraathane üyelerine haftada iki kere ücretsiz Fransız ve İngiliz dilleri de öğretilip şimdiden yirmi kadar öğrenci toplanmıştır.”
Kaynakça:
1. Doğru Haber İnternet Gazetesi. https://dogruhaber.com.tr/haber/729929-turkiyede-kac-kahvehane-kac-hapishane-var
2. Milliyet Gazetesi. “Ankara Kahveciler Derneği Başkanı Ali Aksu’nun açıklaması.” 15 Haziran 1981
3. Macintyre, Ben. Prisoners of the Castle: An Epic Story of Survival and Escape from Colditz, the Nazis' Fortress Prison. Publisher Crown. 2022.
4. Wikipedia. Gentlemen's club. https://en.wikipedia.org/wiki/Gentlemen%27s_club
5. B. Lewis, The Emergence of Modern Turkey, London 1961, s. 432.
6. Anonim. “D̲j̲emʿiyyet-i ʿIlmiyye-i ʿOt̲h̲māniyye”, EI2 (İng.), II, 532.
7. Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, İstanbul 1975, s. 66.
8. Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul 1978, s. 232.
9. Yeşim Işıl, Bir Aydınlanma Hareketi Olarak Mecmûa-i Fünûn (lisans tezi, 1986), İÜ Siyasal Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü.
10. Ekmeleddin İhsanoğlu, “Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye’nin Kuruluşu ve Faaliyetleri”, Osmanlı İlmî ve Meslekî Cemiyetleri (haz. Ekmeleddin İhsanoğlu), İstanbul 1987, s. 200-220.
11. Anonim. “Modernleşme Süreci İçinde Osmanlı Devletinde İlmî ve Meslekî Cemiyetleşme Hareketlerine Genel Bir Bakış”, a.e., s. 1-31.
12. Anonim “Osmanlı Devletine 19. y.y.’da Bilimin Girişi ve Bilim-Din İlişkisi Hakkında Bir Değerlendirme Denemesi”, Toplum ve Bilim, sy. 29/30, İstanbul 1985, s. 79-102.
13. İsmail Doğan, Tanzimatın İki Ucu: Münif Paşa ve Ali Suavi, İstanbul 1991, s. 154-155.
14. Ebüzziyâ Tevfik, “Münif Paşa”, Yeni Tasvîr-i Efkâr, 28-30 Kânunusâni 1910 / 10-12 Şubat 1910, s. 251, 252, 253.
15. Mecmûa-i Fünûn, sy. 1-47, İstanbul 1279-84.
16. İsmail Eren, “Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye’nin Faaliyet ve Tesirleri”, TTK Bildiriler, II (1973), s. 689-693.
17. Tanpınar, Ahmet Hamdi. Beş Şehir. Devlet Kitapları. İstanbul, 1969.
18. Kocabaşoğlu, Uygur. İlk Kıraathane’nin Açılışı. İstanbul Dergisi. 1992 Sayı 2. Sayfa: 65-67
Kommentare