top of page
Toprak ATASAYAR

KENT DOKUSU VE SOSYOLOJİNİN MİMARİ İLE UYUMU.





 

Yazan: Toprak ATASAYAR

Uzman olmasak da Kentin parçası olarak hepimizin söyleyecek sözü olmalı.

 

Kentleşme bizde oldukça yeni.

 

Göçebelikten kurtulup kentleşmemiz bir kaç yüzyıl kadar önceye gidiyor.

 

Bilinen büyük Osmanlı kentleri İstanbul Edirne gibi eski Roma kentlerinin üzerine kurulmuş.

 

Mimari süsleme sanatları vs. yine antik Roma . Yani Roma’ya göre henüz bir kent kültürümüz oluşmamış... Kent yaşamında yeniyiz. Oysaki Antik yunanda kurulan ilk devletler yani siteler veya kentler 3.000 yıl öncesine dayanıyor.

 

Özellikle son 200 yılda hızlı gelişen Dünya dinamikleri sanayi toplumunun etkileri göçler afetler ekonomik krizler ve savaşlar özellikle Avrupa Asya ve Afrika bileşkesinde bulunan bizi derinden etkilemiş.

 

Kentlerde üst üste yığılan ve bir arada yaşamak zorunda kalan farklı kültürdeki insan grupları farklı sorunları da beraberinde getiriyor.

 

Beton yığınlarının egzozun kent kurallarının kent katmanlarının arasında sıkışıp yaşamaya çalışıyorlar.

 

Sürekli devinim içindeki kaotik yapıda kent sosyolojisi de planlaması da gelişi güzel doğaçlama oluşuyor.

 

Herkesin kendi kültürü ile geldiği kentte her katman her grup yine kendi kültüründen bir parça ile kent dokusuna eklemlenmeye çalışıyor.

 

Sıradan bir sokakta; cacıkçı, işkembeci, favacı. Kimisi horon tepiyor kimisi halay başında, kahveler desen öyle kıyafetler ticaret vs. derken elbette yapı ve insan yoğunluğundaki artış bu kaos içinde ortak bir kültür ortak bir sosyoloji üretemiyor.

 

Keşmekeş diye yakındığımız kaotik kent yaşamının dinamikleri bunlar.

 

Avrupa’nın göçten bu denli ürkmesinin nedeni de budur. Kendi kültürel yapısından sosyolojisinden uzaklaşıp batılı medeni kimliğinin yozlaşması ve bir kültür işgaline uğrama korkusu.

 

Düşünsenize Paris’e Milano’ya göç edenlerin kültür alt yapısında put sayılan heykellerin yıkılması kırılıp dökülmesi var. O kültürle kalkıp Milano’da, Venedik’te, Paris’te, Roma da şeriat diye tepinen eli sopalı yığınlar.

 

Siz olsanız korkmaz mısınız?

 

Kaldı ki tarihte bunun birçok örneği var.

 

Azınlık olarak kente göç ile gelen gruplar ne kadar ilkel olursa olsun kendi kültürlerine sımsıkı bağlanıyor.

 

Çünkü bilmedikleri yabancı bir yerde onları bir arada tutan bir arada yaşama tutunmalarını sağlayan tek şey o kültürleri.

 

Asimile olmaları bir kaç nesli bulsa da tam olarak asimile olamadıkları gibi yaşadıkları kentin kültürel dokusunu da yozlaştırtıp değiştiriyorlar.

 

Kent çeperlerine eklenen göçler kent yaşamı da mimarisini de kötü etkiliyor.

 

Çeperlerdeki eskinin gecekondulaşması yerini banliyölerdeki gettolaşmaya bırakıyor.

 

Kentin ruhunu çalan da işte budur.

 

Yani kentin yoğun temposu içinde gettolaşma, insanların sadece zorunlu ihtiyaçlarına ve temel gereksinmelerine odaklanılması.

Ortak yaşam alanları daralıyor.

 

Kentin soluk alması yaşayanların insan olduğunu bir makine parçası olmadığını hissetmesi bireyselleşmesi için ortak kültürel kaynaşma alanlarına ihtiyaç var.

 

Ortak kültür yaratımında paylaşım ve iletişim esastır.

 

Festivaller sergiler tiyatrolar turizm vs. hem ortak kültür yaratımına hem de ortak kültür potasında farklı kültürlerin kaynaşmasına katkı sağlar.

 

Sanat, kültür paylaşımın vazgeçilmez gereğidir.

 

Kültür paylaşımı olmadan ortak bir sosyoloji ve buna uygun modern hümanist kent mimarisinden kent dokusundan söz edilemez.

 

Burada en büyük görev Belediyelere düşüyor. Belediyelerin AB fonlarından destek alıp üretebilecekleri birçok proje var.

 

Doğu ve Batı kültürünün harmanlandığı Anadolu coğrafyasında bunu başaracak potansiyelin var olduğunu biliyorum.

 

Yeter ki teokratik gelenekçi saplantılarımızdan kurtulabilelim.

138 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

İNSAN

Comments


bottom of page