top of page
Yazarın fotoğrafıözdenbekir karakaş

MOR, MOR ŞEHİR, ERGUVAN AĞACI




Görsel Kaynak: https://gezginlerkulubu.org/adini-tarihe-yazdirmis-bir-cicek-erguvan/


Bekir internette haberleri okurken bir haber gözüne çarptı; habere şöyle bir bakıp geçecekken geçmişe gitti. Üniversite sıralarında şimdi eşi olan Nazlı ile Arnavutköy sahiline inen yokuşta tanıştıkları Selim Selecek aklına geldi. Mor renk, İstanbul, Erguvan ağacı birçok efsane anlatmıştı, o yokuştaki Kafesinde bu güzel insan Bekir ve Nazlı’ya.


İsrailli arkeologlar İbrahimi devirden kalma "altından değerli" mor kumaş boyası buldu

Bir bilim insanı, değerli nesnenin kayıp sarayları değil antik dönemdeki kralların servetlerini temsil ediyor olabileceğini söyledi



Pazar 31 Ocak 2021 19:44




Antik bakır madeni Timna Vadisi'nde alanda çalışan arkeologlar, mora boyanmış kumaş parçaları buldu (Fotoğraflar: AFP)

Arkeologlara göre Davut ve Süleyman'ın İbrahimi saltanatlarıyla aynı dönemden kaldığı tahmin edilen mora boyalı kumaş parçaları ilk kez İsrail’de bulundu.

Deniz salyangozlarının salgı bezlerinin damıtılmasıyla elde edilen, MÖ 1570'e kadar uzanan bir zamanda Fenike'de icat edildiği tahmin edilen "kraliyet" moru veya "Sur" moru boya, antik dünyada saltanat ve servetle ilişkilendiriliyor, altından daha değerli olduğu düşünülüyordu.

Bu boyanın Demir Çağı boyunca Doğu Levant’taki kumaşlarda kullanımına ilişkin, Süleyman Mabediyle bağlantılı olanlar da dâhil birçok Hıristiyan ve Yahudi metninde atıfta bulunulur.

Öte yandan bilim insanları daha önce yumuşakça kabuk kalıntıları ve çömlek parçalarındaki mor izler dışında, bu saygın antik işleyimin doğrudan hiçbir bulgusuna rastlamamıştı.

İsrail'in güneyindeki antik bakır üretim bölgesi Timna Vadisi'nden boyalı dokuma kumaşlarını inceleyen araştırmacılar, kraliyet moruna boyalı dokunmuş kumaş, püskül ve yün ipliği kalıntılarına rastladıklarında şaşkına döndü.



Radyokarbon tarihleme yöntemiyle örneklerin yaklaşık MÖ 1000 yılına ait olduğu doğrulandı. Bu dönem Davut ve Süleyman'ın Kudüs’te, kurulu olduğu düşünülen hanedanlarına denk geliyor.

İsrail Eski Eserler Dairesi'nde organik bulguların küratörlüğünü yapan Dr. Naama Sukenik "Çok heyecan verici ve önemli bir keşif" diyerek şöyle devam etti:

Bu, Davut ve Süleyman'ın zamanından bulunan, nadir mor boyayla boyanmış ilk dokuma kumaş parçası. Antik çağlarda mor giyim soylularla, ruhban sınıfıyla ve tabii hanedan mensuplarıyla ilişkilendirilirdi. Morun muhteşem tonu, renginin solmaması ve hammaddenin yumuşakçalarda eser miktarda bulunması sebebiyle boyanın üretilmesinin zorluğu gibi etkenlerin tümü, bunu en değerli boyalardan biri yaptı. Çoğunlukla altından daha maliyetliydi.

PLOS One’da yayımlanan çalışmaya göre hakiki mor (argaman), Akdeniz'e özgü üç yumuşakça türünde rektuma yakın noktada bulunan bir salgı bezinin, birkaç gün süren karmaşık bir damıtma sürecinden geçirilmesiyle elde ediliyordu.

Dr. Sukenik şunları ekledi:

Bu yeni keşfe kadar, yalnızca yumuşakça kabuğu kalıntıları ve çömlek parçalarında boya izlerine rastlamıştık. Demir Çağı'nda mor boya üretiminin olduğunu gösteren bulgular bunlardı. Şimdi ilk kez, 3 bin yıl kadar korunmuş boyalı kumaşlara ait doğrudan bulgulara sahibiz.

Tel Aviv Üniversitesi arkeoloji bölümünden Profesör Erez Ben-Yosef, büyük bir antik bakır madeni olan Timna'daki arkeolojik keşif kazılarının 2013'ten beri aralıksız sürdüğünü söyledi.

Bölgenin epey kuru bir iklimi olduğundan, Demir Çağı'ndan -Davut ve Süleyman'ın zamanlarından- dokuma kumaşlar, sicimler ve deri gibi organik malzemeleri korunmuş şekilde elde edebildik. Bu da İbrahimi devirdeki yaşama çok özgün bir bakış sunuyor.

Günümüzdeki petrolün Demir Çağı muadili bakır izabesi, sır gibi korunan ustalık düzeyinde üst seviye bir bilgi gerektiriyor, bunu bilen kişiler o dönemin ileri teknoloji uzmanları kabul ediliyordu.

Timna Vadisi'ndeki en büyük izabe tesisi, Köleler Tepesi olarak bilinen, izabe fırınlarında biriken mucur gibi üretim atıklarıyla dol bir alanda yer alıyor.

Bu yığınlardan birinden çıkan üç parça boyalı kumaş, bu kadar eski bir dönemden kalma hakiki mor rengi bulduklarına inanamayan araştırmacıların hemen ilgisini çekti.

Prof. Ben-Yosef şunları söyledi:

Arkeologlar Kral Davut'un sarayını arıyor. Öte yandan Davut servetini şatafatlı binalarla değil de göçebe kültürüne daha uygun dokuma kumaşlar ve elişi eserleriyle göstermiş olabilir.

https://www.independent.co.uk/newsden Independent Türkçe için çeviren: Şafak Küçüksezer



Sonuna kadar okuyunca haberi. Kalktı oturduğu yerden kapıya yöneldi. Nazlı oturduğu koltuktan elindeki telefonla ne yapıyorsa onu bir an bırakıp başını kaldırıp; “Bekir nereye gidiyorsun?” dedi. Bekir gülümseyerek; “birazcık geçmişe” diye cevap verdi.


Kütüphanesine yöneldi, Roma tarihini de içeren tarih kitabı aldı. Gazete haberinde aklında kalanlar ile Selim Beyin anlattıklarından İncil ve Tevrat mutlaka masa da olması gereken kaynaklardan biri olduğuna karar verip, kütüphanedeki Kitab-ı Mukaddesi de diğer kitaplarla beraber çalışma masasına koydu. Önce Mor renginin tarihine bakmak lazım diye düşündü. Bir rengin tarihi olabilir mi? Asaletin, bir İmparatorluğun, bir kentin hatta bir çağın rengi olan “Mor”un neden tarihi olmasın ki diye söylendi. Kitapları okudu, Tevrat’ı, İncil’i gözden geçirdi. Birazcık internette dolandı. Eski Helen klasiklerine baktı, öğlen saatinde başladığı Mor ile seyahati gece yarısı olurken hâlâ devam ediyordu. Bir rengin tarihi olur mu diye düşünürken, böyle kadim tarihi olabileceği hiç aklına gelmemişti. İnsanlık tarihi ne kadar ilginçlik barındırıyordu, içine girip de o tarihten kırıntılar okuyanlara.


Gerçek mor, Akdeniz de yaygın olan Muricidae familyasına ait üç tür deniz yumuşakçasından üretilmekteydi; Hexaplex trunculus (Murex trunculus), Bolinus brandanis (Murex brandaris) ve Stramonita haemastoma (Thais haesmastoma).



Üç tür murex salyangozunun kabukla

Soldan sağa: S . haemastoma , H . trunculus ve B . brandaris

Görsel Kaynak: (Fotoğraf, Shahar Cohen).https://doi.org/10.1371/journal.pone.0245897.g001


Bu deniz salyangozlarından elde edilen mor boyalar, çok daha ucuz malzemelere dayanan çeşitli teknikler kullanılarak üretilen “imitasyon mor” boyanın tam tersidir. Gerçek mor kolayca solmaz. Her salyangoz çok az miktar da boya malzemesi (pigmenti) içermektedir (örneğin H. trunculus yaklaşık olarak 0,9 g boyar madde).


Boyama işleminin karmaşıklığı düşünüldüğünde, her bir salyangozdan ne kadar az boyar madde elde edildiğini ve bu yüzden “gerçek mor” boyanın altından bile kıymetli olmasının sebebini hiç tereddütte yer bırakmadan açıklıyordur. Bu güçlük sebebiyle bir arzu nesnesine dönmüştür. Arzu nesnesi haline gelmesiyle de soyluluk, asalet ve seçkinlik sınıfının en üstünün sembolü olmuştur.


Gerçek mor renkler, morumsu kırmızıdan menekşe maviye kadar değişen tonlardadır. Boyama, salyangozun hipobranşiyal bezinden (yumuşakçaların örtüsünün altında bulunan) çıkarılan malzemeye dayanmaktadır. Boyama sırasında tam rengin alınabilmesi birçok parametrenin bir arada değerlendirilmesiyle oluşabilecek kadar karmaşık bir süreçtir. Bir boyama da tam renk, salyangozun türünün kimyasal öncül bileşikleri, boyama işlemi ve boyanın maruz kaldığı oksijen ve ışık seviyeleri gibi birçok farklı parametreye bağlıdır. Murex kullanarak boyama işlemi bitkilere dayalı boyama tekniklerinden çok daha karmaşık, çok aşamalı bir işlemler bütünüdür. Salyangoz hasadı ve salyangozdan bezin çıkarılması iyi bir biyoloji bilgisi de istiyordu ve hasadı bitki hasadının toplanmasından daha fazla uzmanlık gerektirmekteydi. Murex bazlı boyama mutlaka boyanın üretildiği yere çok yakın olmasını gerektiren özel sebepleri de barındırıyordu. Bu özel sebepte ürünün (boyanın) tazeliğinin boyamanın kalitesi üzerinde çok önemli etkisi olmasıydı. Murex boyama süreci çok uzundu ve biyokimyasal, enzimatik ve fotokimyasal reaksiyonları içermekteydi ve birkaç günden fazlasını aşan indirgeme ve oksidasyon süreçleri gerekmekteydi.


Bu süreçlerin zorluğu, tekniklerin gelişmesi ile ucuz hammaddeli üretime geçiş daha birçok farklı sebepten dolayı bu eski “gerçek mor” boya elde etme tekniği uygulanmamaktadır. Bugünkü bilgilerimiz eski kaynak metinlerde bahsedilenler kadardır.


Murex salyangozundan elde edilen mor pigmentlerin izi M.Ö. 17. Yüzyıla tarihlenen Santorini ve Rodos adalarındaki mağara resimlerinde kullanılan mor rengine kadar sürülmüştür. Yakın doğuda gerçek morun kullanımına dair dair doğrudan metinsel kanıt, Mezopotamya Nuzi kalıntılarında bulunan Akad tabletleridir Bu da bizi M.Ö. 1425’e kadar götürmektedir. Diğer bir yazılı kaynak M.Ö. 14. Yüzyıla tarihlendirilmiş Amarna Mektuplarıdır. (Amarna Mektupları: Yeni Krallık Döneminde “M.Ö. 1550-M.Ö. 1070 arası” Antik Mısır yönetimi ve Kenan ile Amurru’daki temsilcileri arasında gerçekleşen, çoğu diplomatik yazışmaların arşividir) Bu yazışmalarda Prestijli mor ile boyanmış yün diğer değerli eşyalarla beraber sayılmaktadır.



Amarna Mektupları

Görsel Kaynağı: https://tr.wikipedia.org/wiki/Amarna_mektuplar%C4%B1#:~:text=Amarna%20mektuplar%C4%B1%2C%20(bazen%20%22Amarna,ger%C3%A7ekle%C5%9Fen%2C%20%C3%A7o%C4%9Fu%20diplomatik%20yaz%C4%B1%C5%9Fmalar%C4%B1n%20ar%C5%9Fividir.


Bazı akademisyenlere göre Fenikeliler “Fenikeli” ismini boya ve boyama endüstrisindeki önemli rollerinden dolayı almıştır. ϕoῖνιξ (okunuşu: foinix) orijinal anlamının "kırmızı-mor" olduğu varsayılırsa, bu ismin bu uzmanlık alanından dolayı gelmiş olması da olasılık dâhilindedir.



"Köleler Tepesi" (Timna Vadisi) ve gerçek mor endüstrisinin alanlarının konumu.

Görsel Kaynağı: naturalearthdata.com doi: 10.1371 / journal.pone.0245897.g009


Royal purple/Kraliyet moru” teriminin ilk kullanımına 13. Yüzyıla tarihlenen Girit’teki Knossos’tan bir kil tablette rastlanmıştır.


İbranice Tevrat’ta “argaman“ ve “tekhelet” kelimeleri yan yana görünür ve büyük olasılıkla “argaman” morun hâlâ gizemini koruyan bir tonunu, “tekhelet” de “mor-mavi” (violet-blue) tonunu temsil etmektedir. (Akadça “argamannu” ile İbranice “argaman” ve Akadça “takiltu” ile İbranice “tekhelet” kelimeleri birbirinin benzeridir.)


Her iki “mor” tonu da İbranice Tevrat’ta en yüksek düzeydeki insanların giysileriyle ilgili olarak belirtilmiştir.

TEVRAT

Mısır’dan Çıkış 25

(Buluşma Çadırı için Armağanlar)

1 RAB Musa’ya şöyle dedi:

2 “İsraillilere söyle, bana armağan getirsinler. Gönülden veren herkesin armağanını alın.

3 Onlardan alacağınız armağanlar şunlardır: Altın, gümüş, tunç;

4 lacivert, mor, kırmızı iplik; ince keten, keçi kılı,

5 deri, kırmızı boyalı koç derisi, akasya ağacı,

6 kandil için zeytinyağı, mesh yağıyla güzel kokulu buhur için baharat,

7 Baş kâhinin efoduyla göğüslüğü için oniks ve öbür kakma taşlar.

8 “Aralarında yaşamam için bana kutsal bir yer yapsınlar.

9 Konutu ve eşyalarını sana göstereceğim örneğe tıpatıp uygun yapın.”

Mısır'dan Çıkış 28

(Kâhin Giysileri)

1Bana kâhinlik etmeleri için İsrailliler arasından ağabeyin Harun'u, oğulları Nadav, Avihu, Elazar ve İtamar'ı yanına al.

2 Ağabeyin Harun'a görkem ve saygınlık kazandırmak için kutsal giysiler yap.

3 Bilgelik verdiğim becerikli adamlara söyle, Harun'a giysi yapsınlar. Öyle ki, bana kâhinlik etmek için kutsal kılınmış olsun.

4 Yapacakları giysiler şunlardır: Göğüslük, efod, kaftan, nakışlı gömlek, sarık, kuşak. Bana kâhinlik etmeleri için ağabeyin Harun'a ve oğullarına bu kutsal giysileri yapacaklar.

5 Altın sırma, lacivert, mor, kırmızı iplik, ince keten kullanacaklar.

(Efod)

6 "Efodu altın sırmayla, lacivert, mor, kırmızı iplikle, özenle dokunmuş ince ketenden ustaca yapacaklar.

7 Bağlanabilmesi için iki köşesine takılmış ikişer omuzluğu olacak.

8 Efodun üzerinde efod gibi ustaca dokunmuş bir şerit olacak. Efodun bir parçası gibi lacivert, mor, kırmızı iplikle, altın sırmayla, özenle dokunmuş ince ketenden olacak.

(Göğüslük)

15 "Usta işi bir karar göğüslüğü yap. Onu da efod gibi, altın sırmayla, lacivert, mor, kırmızı iplikle, özenle dokunmuş ince ketenden yap.

(Öbür Kâhin Giysileri)

31 "Efodun altına giyilen kaftanı salt lacivert iplikten yap.

32 Ortasında başın geçmesi için bir boşluk bırak. Yırtılmaması için boşluğun kenarlarını yaka gibi dokuyarak çevir.

33 Kaftanın kenarını çepeçevre lacivert, mor, kırmızı iplikten nar motifleriyle beze, aralarına altın çıngıraklar tak.

Hakimler 8

(Zevah ile Salmunna)

26 Hilaller, kolyeler, Midyan krallarının giydiği mor giysiler ve develerin boyunlarından alınan zincirler dışında, Gidyon'un aldığı altın küpelerin ağırlığı bin yedi yüz şekel kadardı.

Mısırdan Çıkış 35

(Besalel ve Oholiav Ustalar)

35 Onlara üstün beceri verdi. Öyle ki, ustalık isteyen her türlü işte, oymacılıkta, lacivert, mor, kırmızı iplik ve ince keten yapmada, dokuma ve nakış işlerinde, her sanat dalında yaratıcı olsunlar.


İNCİL

Markus 15

(Askerlerin İsa’yı Aşağılaması)

16 Askerler İsa’yı, Pretorium denilen vali konağına götürüp bütün taburu topladılar.

17 O’na mor bir giysi giydirdiler, dikenlerden bir taç örüp başına geçirdiler.

18 “Selam, ey Yahudilerin Kralı!” diyerek O’nu selamlamaya başladılar.

19 Başına bir kamışla vuruyor, üzerine tükürüyor, diz çöküp önünde yere kapanıyorlardı.

20 Onunla böyle alay ettikten sonra mor giysiyi üzerinden çıkarıp kendi giysilerini giydirdiler ve çarmıha germek üzere O’nu dışarı götürdüler.

Luka 16

(Dilenci ile Zengin Adam)

19 “Zengin bir adam vardı. Mor, ince keten giysiler giyer, bolluk içinde her gün eğlenirdi.

20-21 Her tarafı yara içinde olan Lazar adında yoksul bir adam bu zenginin kapısının önüne bırakılırdı; zenginin sofrasından düşen kırıntılarla karnını doyurmaya can atardı. Bir yandan da köpekler gelip onun yaralarını yalardı.

Yuhanna 19

(İsa Ölüme Mahkûm Ediliyor)

1 O zaman Pilatus İsa’yı tutup kamçılattı.

2 Askerler de dikenlerden bir taç örüp O’nun başına geçirdiler. Sonra O’na mor bir kaftan giydirdiler. 3 Önüne geliyor, “Selam, ey Yahudiler’in Kralı!” diyor, yüzüne tokat atıyorlardı.

4 Pilatus yine dışarı çıktı. Yahudiler’e, “İşte, O’nu dışarıya, size getiriyorum. O’nda hiçbir suç bulmadığımı bilesiniz” dedi.

5 Böylece İsa, başındaki dikenli taç ve üzerindeki mor kaftanla dışarı çıktı. Pilatus onlara, “İşte o adam!” dedi.

6 Başkâhinler ve görevliler İsa’yı görünce, “Çarmıha ger, çarmıha ger!” diye bağrıştılar. Pilatus, “O’nu siz alıp çarmıha gerin!” dedi. “Ben O’nda bir suç bulamıyorum!”

Elçilerin İşleri 16

(Lidya’nın İman Etmesi)

13 Şabat Günü kent kapısından çıkıp ırmak kıyısına gittik. Orada bir dua yeri olacağını düşünüyorduk. Oturduk, orada toplanmış kadınlarla konuşmaya başladık.

14 Bizi dinleyenler arasında Tiyatira Kenti’nden Lidya adında bir kadın vardı. Mor kumaş ticareti yapan Lidya, Tanrı’ya tapan biriydi. Pavlus’un söylediklerine kulak vermesi için Rab onun yüreğini açtı.

15 Lidya, ev halkıyla birlikte vaftiz olduktan sonra bizi evine çağırdı. “Beni Rab’bin bir inanlısı kabul ediyorsanız, gelin, evimde kalın” dedi ve bizi razı etti.

Vahiy 17

(Canavarın Sırtındaki Kadın)

1 Yedi tası alan yedi melekten biri gelip benimle konuştu: “Gel!” dedi. “Sana engin suların kenarında oturan büyük fahişenin çarptırılacağı cezayı göstereyim.

2 Dünya kralları onunla fuhuş yaptılar. Yeryüzünde yaşayanlar onun fuhşunun şarabıyla sarhoş oldular.”

3 Bundan sonra melek beni Ruhun yönetiminde çöle götürdü. Orada yedi başlı, on boynuzlu, üzeri küfür niteliğinde adlarla kaplı kırmızı bir canavarın üstüne oturmuş bir kadın gördüm.

4 Kadın, mor ve kırmızı giysilere bürünmüş, altınlar, değerli taşlar, incilerle süslenmişti. Elinde iğrenç şeylerle, fuhşunun çirkeflikleriyle dolu altın bir kâse vardı.

5 Alnına şu gizemli ad yazılmıştı:

BÜYÜK BABİL,

DÜNYA FAHİŞELERİNİN

VE İĞRENÇLİKLERİNİN ANASI

Vahiy 18

(Babil’in Yıkılışı)

11 “Dünya tüccarları onun için ağlayıp yas tutuyor. Çünkü mallarını satın alacak kimse yok artık.

12-13 Altını, gümüşü, değerli taşları, incileri, ince keteni, ipeği, mor ve kırmızı kumaşları. Her çeşit kokulu ağacı, fildişinden yapılmış her çeşit eşyayı, en pahalı ağaçlardan, tunç, demir ve mermerden yapılmış her çeşit malı, tarçın ve kakule, buhur, güzel kokulu yağ, günnük, şarap, zeytinyağı, ince un ve buğdayı, sığırları, koyunları, atları, arabaları ve köleleri. İnsanların canını satın alacak kimse yok artık.

16 “ ‘Vay başına, vay!’ diyecekler.

‘İnce keten, mor ve kırmızı kumaş kuşanmış,

Altın, değerli taş ve incilerle süslenmiş

Koca kent!


Sennachenib’in Silindirin de, Yahudi kralı Hezekiah (okunuşu: Hizkiya) kendi sarayından ve Kudüs’teki tapınaktan verdiği altın ve gümüş gibi diğer pahalı malzemelerin yanı sıra “argaman” ve “tekhelet” ile boyanmış yünden bahsetmiştir.




Sennacherib Silindir (Ninova)

Görsel Kaynak: https://www.livius.org/pictures/iraq/mosul-nineveh/nineveh-museum-pieces/nineveh-sennacherib-cylinder/


Kraliyet moru ile ilgili metinsel kanıtların çoğu antik klasik dönemden gelmektedir. Bu metinsel kaynaklar aynı zamanda mor kumaşların çok değerli olduğunu, Prestij ve sosyal statü ile güç sembolü olarak hizmet ettiğini göstermektedir. Bu kaynaklar arasında Yaşlı Plinius, Aristoteles ve Vitruvius’da bulunmaktadır.


Bekir çalışma masasından kafasını kaldırdı, koltuğunda şöyle bir gerildi. Sırtını koltuğa dayayıp üniversite yıllarındaki o bahar kaçamağını düşündü, Nazlı ile Erguvan Ağaçlarının arasından Boğaz’a doğru inişlerini. 11 Mayıs’tı, o tarihin Koca İstanbul’un Doğum günü olduğunu da o gün öğrenmişti. Bilgisayara yöneldi bir yandan o günü düşünerek, arama motoruna Erguvan ağacı yazdı;



Görsel Kaynağı: (Foto: Nurten Bengi Aksoy) https://listelist.com/erguvan-agaci/


Erguvan (Cercis siliquastrum), baklagiller (Fabaceae) familyasından, 10 metreye kadar boylanabilen, tek gövdeli, yaprak döken, çalı görünümünde bir ağaççıktır.


Erguvan ağacının isimlendirmesinin kökenine baktığımızda Akadçada mor rengi ifade eden “argamannu” sözcüğü görülür. Aramiceye “argavana” diye geçmiştir. Aramice’den Arapçaya “ercuvani” “zamzarik”, “hazrik”, Farsaçaya “ergavan” olarak geçmiştir. Günümüz Türkçesinde Erguvan halini almıştır. Kutadgu Bilig’de adı geçen on yedi çiçek isminden biridir. Başkaca “deliboynuz”, “selecek”, “zazalak”, “yude”, “urdun”, “Ürdün Ağacı” olarak da anılır. İsrail’de Erguvan Ormanının bulunduğu bölge “Judea” olarak anılır.

İngilizce : Redbud, Judes Tree

Almanca : Judasbaum

Fransızca : Arbre de Judée

Bilimsel Literatür de 1753 yılında İsveçli botanikçi Carl Linnaeus tarafından Latince “kabuk” (siliqua) ve Yunanca “dokumacı mekiği” (kerkis) kelimesinden türetilmiş “Cercis Siliquastrum” olarak isimlendirilmiştir.


Yapraklar karşılıklı, basit, dairemsi 7–12 cm kadardır. Dip kısmı kalp şeklinde, ucu yuvarlak, kenarlar tamdır. Gençken kırmızımsı-mor daha sonra mavi-yeşile döner. Yüzeyi dalgalı düşmeden önce sarıdır. Çiçekler 1,5–2 cm uzunluğunda kırmızı-mor 3-6 tanesi bir arada bulunur. Meyve legümen (fasulye biçiminde) olup, 7–10 cm uzunluğundadır. Diğer bir önemli özelliği de toprağa azot bağlamasıdır.


Erguvan meyveleri fasulye görünümünde, 9–10 cm. uzun, 2–5 cm. geniş, kızılımsı kahverenginde, karın çizgisinde dar ve uzunca kanat bulunur. Tohumu boldur. Sonbaharda olgunlaşan meyve kış boyunca bitki üzerinde kalır. Nisan-Mayıs ayında açan çiçekleri hermafrodit olup yapraklanmadan önce açarlar. Uzun saplı olan çiçekler 3-8 çiçekli salkım kuruluşunda ve erguvan kırmızısı rengi ile çok dekoratiftir.


Işık ağacıdır. Kışın donlardan bazen etkilenir. Anavatanı Güney Avrupa ve Batı Asya'dır. Türkiye'de Ege ve Marmara Bölgesi'nde yayılış yapar. Tohum ve çelikle üretilir. Tohumlarda kabuk sertliğinden kaynaklanan çimlenme engeli vardır. Tohumlar 2-3 dakika sıcak su ve 24 saat ılık suda bırakıldıktan sonra ilkbaharda ekilir. Çelikle üretim Temmuz-Ağustos aylarında alınan yarı odunsu çeliklerle yapılır.


Erguvan, yapraklanmadan önce Nisan ayı sonuyla Mayıs ayı başında yalnızca birkaç haftalığına baharın müjdecisi kabul edilen morumsu pembe renkte çiçekler açar. Belki de o yüzden İstanbul’un Erguvan rengine boyandığı Mayıs ayının 11’inde kurulmuş olması tesadüf değildir.


Erguvanın çiçeği çok iyi bir azot tutucusudur. Toprağı azot yönünden zenginleştirir. Kendine özgü hoş, kozmetik bir kokusu vardır. Osmanlı da güçlü dalları baston yapımında kullanılırken, mor renkli çiçekleri İstanbul mutfağında salatalara renk ve lezzet verirdi.


Erguvan ağacı kabuklarını kaynatıp, suyunu hastalıkları kovmak için içmekse Orta Asya’dan beri gelen bir Şaman geleneğidir. Tarihin en eski çağlarına baktığımız zaman şamanların hastalıktan korunmak ve kötü ruhları def etmek için erguvanları kullandıklarını görmekteyiz. Amerikan yerlilerinden Kiyovalar bu kısa ömürlü çiçeklerin ilk tomurcuklarını ilkbaharın kesin işareti olarak görmekteydiler. Karakışı kovup uzaklaştırmanın en kestirme yolunu, erguvanların çiçeklenmiş dallarını çadırlarının kapısına asmakta bulmuşlardı.


Erguvan çiçeğinin ömrü kısadır; ancak erguvan çiçekleri her yıl yeniden doğar, bu kozmik ritimle uyumlu bir bakış açısıdır. Erguvan hem ölümü, hem yeniden doğuşu işaret eder.


Erguvan rengi, Yunanca: Porphyra, Latince: Purpura.

Erguvan rengi çok bilinen adıyla mor renk, asillerin, yüksek tabakanın ve saray erkânının rengi.

Erguvan ağacına Bizans Ağacı denmesinin bir sebebi de Erguvanın “Soylular Ağacı” olarak kabul edilmesi. Roma ve Bizans İmparatorluklarında sıradan halkın bu rengi kullanması yasaktı. Hem kimyasal olarak bu rengin üretilmesi o dönemlerde özellikle çok zor olması ve kendilerini insanüstü gören hükümdarların, elde edilmesi zor erguvan rengini sahiplenmeleri anlaşılabilir bir tutumdu. Zaten sıradan halk istese bile bu renk bir ürüne ulaşamazdı.


Divan Şairlerinde Baki erguvanı şiirinde şöyle kullanmıştır;

Dürr ü yakut ile nahl-i murassa sandım

Erguvan üzre dökülmüş katarat-ı emtar

(Üzeri yakutlarla işlenmiş mücevher sandım.

Erguvan üzerine dökülmüş yağmur damlalarını)


Sıradan halk ile imparatorun erişilemez sınıfsal farklılığı ve mutlak kudreti; ulaşılamaz bir renk olan erguvanla daha da etkin bir biçimde simgelenmekteydi.

MS 330 yılında İmparator I. Konstantin, Byzantium (İstanbul) şehrinin adını “Yeni Roma” olarak değiştirdiği sırada rivayete göre erguvan mevsimiymiş. Her yıl Nisan sonu- Mayıs ortaları gibi sanki İstanbul’un kuruluşuna dem vururcasına eflatun renkli çiçeklerini baharın ortasına salıverir. Eflatundan pembeye dönen çiçekler adeta bir renk cümbüşü yaratır.


Roma’da da erguvani renk imparatorluğa aittir. Bir Roma imparatorunun bebeği doğduğunda erguvani bir renkte beze sarılır ve bebeğe “porfirojenet” yani “erguvanlar içinde doğmuş” denilirdi.


Yine Romalı askerler Hz. İsa’nın göğsüne “Yahudilerin Kralı” yaftasını asmadan önce ironi maksadıyla erguvan renkli bir bez giydirmişlerdi.


Osmanlılarda Rodos fatihi genç Kanuni, şövalyelerin lideri L’Isle Adam’ı erguvan renkli bir çadır altında kabul etmiştir.


Kanuni’nin gözde eşi Hürrem Sultan’ın simge rengidir. Erguvan renkli keseler içinde gelen hediyeler, hediyenin nereden geldiğinin bir işaretiydi.


Günümüz Hıristiyan kardinallerinin giydiği cübbe de erguvan rengidir.


Antik mısır medeniyetinde de renk asalet sembolüdür, Lotus çiçeğinin erguvani olan tonu Mısır asillerinin sembolüydü.


Çin medeniyetinde mor renkli ipek kumaşlar özellikle uluslararası hediyeleşmelerde kullanılmıştır.


Erguvan rengi batı toplumlarında güzellik, zalimlik, zeval, dikkat çekici, tevazu, gizem, nüfuz ve erdemi temsil eder. Doğu toplumlarında; Japon kültüründe kutlama, zeval, bilgiden gelen sezgi, gizem ve bilgeliktir. Hint kültüründe sezgi ve bilgelik anlamlarında kullanılır.


Erguvan rengi bilgeliği ve sezgiyi eş olarak çağrıştırır. Lüks ve ihtişamın rengidir. Nekrotik duyguları açığa çıkartır.


Mor rengi seven insanlar genellikle, ruhsal dünyası ön planda olan, ağır başlı ve asil ruhlu kişilerdir. Duyarlılıkları fazla olduğu için sanat dallarında başarılı olma ihtimalleri daha fazladır.


Mor renk, kullanıldığı tona göre farklı etkiler gösterebilir. Morun açık tonları olan lavanta, leylak gibi renkler ilham verici etkileri için çalışma odalarında tercih edilebilir. Beyinsel faaliyetleri ve sanatsal düşünceyi arttıran mor, özellikle sanatçıların çalışma ortamları için uygun olabilir.


Mor renk, açık tonlarda ilham ve güven verici etki gösterirken, özellikle koyu tonlarda, mor rengin insanda meydana getirdiği asalet duygusu, bazı insanlarda küstahlık, kabalık ve hatta kavgacı bir yapıya da neden olabilecek şekilde etki gösterebilir. Hüzün, üzüntü ve depresyonu çağrıştıran etkileri de vardır. Özellikle koyu tonlarda, bilinçaltını etkileyerek insanda korkuya ve hüzne neden olabilen mor renk, belki de bu yüzden, intihar edenlerin en çok sevdiği renklerden biridir. Bu nedenle, depresyona yatkın kişilerin, ruhsal sorunu olanların, alkoliklerin ve madde bağımlılarının olduğu ortamlarda kullanılmamalıdır.


Aura açısından da renklerin önemi vardır. Erguvan rengi, mistisizmde aura açısından derin bir ruhsal bilince işaret eder. Mistisizmde canlıların etrafında olduğu varsayılan ve onların sağlık, kişilik ve ruhsal özelliklerine göre renk ve şekil değiştiren, gözle görülemeyen enerji alanı vardır; bu aura olarak tanımlanır.


Her rengin aura açısından anlamı farklıdır. Mor aura tinselliği, sezgiselliği, öğretmeyi ve geleceği görmeyi temsil eder. Tinsel çağrılarını vurgulamak için erguvan rengi cübbe giyen Hıristiyan rahipler hiç şaşırtıcı değildir.


Erguvan rengi çakralarda taç ile de ifade edilir. Taç asalet, aydınlanmayı temsil eder.


Şairler için sevgilinin boyunu, endamını serviye anlatılırken, dudakları, yanakları erguvan rengiyle betimlenir. Hele şarap ve dudak ifadeleri bir erguvan yudumunun dudaklara değmesi gibidir.


Rüyada erguvan görmek zenginlik, bolluk, bereket anlamlarıyla yorumlanmaktadır.


Ne demişti Ahmet Haşim ölümsüz eseri “Beş Şehir” de erguvan için; “İklimimizde gülden sonra bayramı yapılacak bir çiçek varsa, o da erguvandır.”


Bekir Ahmet Haşim’in bu sözü düşünürken dalıp gitti. O güne gitti, Nazlı ile el ele yokuştan aşağı iniyordu;


Yıllar evvel 11 Mayıs İstanbul,



Ak Merkez’in arkasından yürüyerek Arnavutköy’e inen yokuşun yoluna girdiler. İstanbul’da okumaya gelmişlerdi. Nazlı ve Bekir’in lise yıllarından beri hayalleri; İstanbul’da okumak, İstanbul’u gezmek, İstanbullu olmaktı. Bu dönemler hep moda olmuştur ya, fotoğraflar çekmek, sosyal medya da paylaşmak. Fotoğrafçılık bu dönemin tarih yazıcılığı gibi. Bu dönemin tarihi ileri de görsel olarak yazılacak. Her an, her durum her şey görsel olarak kayıtlı. Bundan sonra ki tarihin ifade şekli şemâli çok başka olacak. Hepimiz bir şekilde buna katkı da bulunuyoruz.


Bu yokuştan ilk defa ineceklerdi. Yokuşun baş tarafı Etilere yakın olan yerler apartmanlarla modern İstanbul veya Beton İstanbul. Yürümeye devam ettikçe yokuş yarılandıkça aşağı doğru, İstanbul değişmeye başladı. Sağlı sollu 1-2 katlı evler, bahçeler, seralar, ağaçlar. Yokuşun bundan sonrasında bütün fon rengi mordu. Sağlı sollu erguvan ağaçları, Nazlı selfiler yapıyor, her ağacı fotoğraflıyor. Bekir’i bir şekilde kadraja yerleştiriyordu. Boğaz görüntüsüyle erguvanı bu rengi beraber fotoğraflamaya çalışıyorlardı. Erguvan ağacının, erguvan ağacı olduğunu bilmiyorlardı. Renginin İstanbul’u başkalaştırması çok hoşlarına gitmişti.


Yokuşun ortalarına doğru, eski bir evin avlusuna açılmış kafe gördüler. Birer çay içip sohbete devam için oturdular. Çayları söyleyip o gördükleri ağaçların güzelliğini renklerinin harikalığından bahsediyorlardı. Kafenin sahibi orta yaşın üstündeki Selim Bey çocukların coşkuyla birbirlerine anlattıklarına kulak misafiri oluyordu. Sonra dönüp çocuklara: - O ağaç Erguvan ağacıdır. İstanbul’un ağacı, İstanbul’un rengi, İstanbul’un ışığıdır o.


Çocuklar hayretle bakıyorlardı… Bekir elindeki akıllı telefonla erguvan hakkında bilgi aramaya başladı. Selim bey gülerek:

-İstanbul erguvanın şehridir. Erguvan çiçeği İstanbul’dur. Akıllı telefonun bilmediği, bilemeyeceği Erguvan İstanbul hikâyesi dinlemek ister misiniz? Erguvanı bilmezseniz, İstanbul’u bilemezsiniz.

Çocuklar gülümseyerek:

-Müthiş olur. Anlatırsanız çok seviniriz.

- İstanbul’un rengi erguvan rengidir. Yani mor. Soyluluğun asaletin rengi. Bizans döneminde yalnız imparatorluk mensuplarının kullanabildiği, sarayda mor odalarda doğup, mor ipeklere sararak hayata merhaba dedikleri azametin, zarafetin, hüznün, utancın, gücün, kibrin, naz ve niyazın, aşkın meşkin, neşenin rengi. Ağacı da “soylular ağacı”.


Mor niye bu kadar önemli biliyor musun?

-Yok dedi Nazlı. Çok güzel bir renk onu biliyorum.

- Mor en zor elde edilen renkte o yüzden. Tyrian Moru Kralların, soyluların, din adamlarının üzerinden hiç eksik olmadığı, Roma imparatorlarının ve özellikle Doğu Roma, Bizans İmparatorlarının alâmeti farikası, yalnız İmparator pelerini Mor olabilirdi. Bir de kilise den belli kişiler bu rengi kullanabilirlerdi. Ama pelerinde İmparator dışında kimse kullanamazdı. O yüzden Theodora bir ayaklanma sırasında tahtı bırakıp kaçmak isteyen Bizans İmparatoru Jüstinyenin yolunu kesip; “Soylu atalarımızın Mor Pelerini, kefenim olsun. Ben bu pelerini çıkarıp gelmeyeceğim.” Demişti.


Ege ve Akdeniz Kıyıları özellikle Lübnan’ın Sur kenti kıyıları mor renginin kaynağıydı. Morex brandaris isimli deniz salyangozu mor renginin doğal kaynağıydı. 12 bin salyangozdan 15- 20 g boya çıkardı. Anlayacağınız bir pelerini boyamak için büyük bir katliam gerekli. Bu da paha da çok değerli bir renk yapıyor moru.


- Ama bu vahşet dedi. Nazlı o kadar salyangoz ölüyor.

- Haşmet ve güç biraz da vahşetten geçer, küçük hanım. Bizim bugün kullandığımız erguvan kelimesi Farsçadan geçmedir. Kelimenin ana kökeni de Akadça “argamannu” ‘dur. Farsça “Argavan”, günümüz Türkçesinde ergüvan olmuştur. Farsça da utancın rengi olmuştur. Biz de ise aşkın, coşkunun, neşenin rengi olmuştur. Bakın Ömer Hayyam erguvanı nasıl kullanmış rubaisin de;

Bir kadeh bir bedendir, cana gebe!

Bir yasemindir, erguvana gebe!

Hayır; yanlış; ne odur şarap ne bu:

Bir sudur; bir su ki yangına gebe!


Nef’i de yasemenlerle beraber anar erguvanı;

Yine çıktı beyaza nakş-ı her serv-i gül endâmın

Sarıldı yâsemen şâh-ı nihâl-i erguvân üzre.


- İstanbul’u Konstantinopolis olarak kuran Konstantin’in cenazesi aynı Homeros’un İlyada destanında anlattığı Hektor’un cenazesi gibidir. Konstantin’in cenazesi Altın tabuta konmuş, mor bezlerle sarılmış ve boğaz kıyısında gizli bir yere gömülmüştür. Hektorun kemikleri de erguvan renkli yumuşak bir örtü ile sarılmış ve altından bir tabuta konularak gömülmüştür.

- Bir ağaç bir renk bu kadar hikâye, baktıklarımızın arkasında ne deryalar varmış dedi Bekir.

- Evet delikanlı bakmak ile görmek arasındaki fark budur işte. İstanbul Mor imparatorluktur. Dünya da bir sürü kent, bir sürü başkent, her ülkenin gözbebeği vardır ama Asalet Kenti, Asaletin İmparatorluğu İstanbul’dur. Konstantinopolis. Afrodit’i bilirsiniz değil mi, Güzeller güzeli Afrodit, İstanbul olur da güzellik olmaz mı? Güzellik olur da Afrodit olmaz mı? İşte o Tanrıça Afrodit’in topuğuna diken batar, kanı beyaz güle değer beyaz gül erguvan rengine döner. O zamandan bugüne kadar Asil kanı Yunan ve Roma’da “erguvan kanlı” olarak kabul edilmiş. Erguvani Kan kutsal kabul edildiği için soylular ve İmparatorluk mensupları cezalandırılacağı zaman Yunan ve Roma medeniyetinde cezalandırılacak asil kanlılar boğularak infaz yerine getirilirdi. Kutsal kan akmasın diye. Bu uygulama size tanıdık geldi mi?

- -Aaa, Selçuklu da, Osmanlı da böyle değil mi? Ben bunu İslam’la alakalı sanıyordum.

- Anadolu coğrafyasında kurulan Türk-İslam İmparatorluklarında böyle. Bizans kültürü bu iki büyük Türk devletinin de çok etkilemiştir. Daha sonra sanki dini imiş gibi bir forma sokulmuştu. Bakın Afrodit’in ak topuğuna değen diken bizi nereye getirdi. Oğlum bizim çayları tazele bakayım diye bağırdı, genç garsona. Çaylar gelene kadar Ahmet Haşim diyelim;

Gün bitti, Ağaçta neşe söndü.

Dallar ateş oldu. Kuş da yakut,

Yaprakla kuşun pırıltısından

Havuzun suyu erguvana döndü.

Orhan Veli Kleopatrayı bindirir gemiye ne dermiş sonra;

Ve gemisinde Kleopatra

Neden yine kaynaştı havalar?

Saadet mi getiriyor rüzgâr

Dolarak erguvan atlaslara?

İstanbul’un Şairi Yahya Kemal erguvansız bırakır mı şiirini;

Beklemem fecrini leylaklar açan Nisanın,

Özlemem vaktini dağ dağ kızaran erguvanın.

- Ya ne güzel anlatıyorsunuz? Ne çok şey biliyorsunuz?

- Bilmiyorum küçük hanım, İstanbul biriktiriyorum Bak bu gün günlerden ne biliyor musun?

- 11 Mayıs dedi kesin ifadeyle Bekir

- Evet, 11 Mayıs ama

- Ama

- Ama

- 11 Mayıs İstanbul’un kuruluş tarihi.

- 29 Mayıs Fethini biliyorduk ama 11 Mayısı hiç duymamıştık.

- Konstantin Roma imparatorluğunun Doğusunun İmparatoru olunca daha önce gözüne kestirdiği bu beldeyi kendi muzaffer şanının kenti yapmak için geldiğinde ve bu beldeye tekrar âşık olduğunda her tarafta erguvanlar açmış, her yer ışıl ışıl erguvani renkteymiş. Tarih 11 Mayıs, Bu şehr-i erguvan-i böyle kurulmaya başlanmış. Erguvan bu güzelin gerdan-ı zeynebi olmuş. 11 Mayıs ya da Erguvan ağacının çiçek açma dönemi Bursa da Emir Sultan Hazretlerinin tüm müritleriyle hasret giderdiği “Erguvan Faslı”, “Erguvan Bayramı” olmuş. 14. Yy’dan 19. Yy sonlarına kadar Bursa’da kutlanmış sonra unutulmuş. Hâlbuki Konya’da Mevlana Hazretlerinin Şeb-i Aruz’u gibidir, Emir Sultanın Erguvan günleri.

- Bu coğrafyaya gelen herkes için çok kıymetliymiş Erguvan. Çok anlam yüklemişler anladığım kadarıyla, diye düşünceli düşünceli anlatılanlarını kesmek istemezcesine hafif sesle söyledi Nazlı.

- Anlam yüklemek yerine anlamlandırıldı diyelim. Ya bu arada ben Selim Selecek. Sizlerle de tanışsak bu kadar anlatıyoruz.

- Ben Nazlı Çiçek. Yıldız Üniversitesi Elektrik Mühendisliğinde okuyorum.

- Bekir. Bekir Karaböcek. Felsefe de okuyorum.

- Ohh! ne güzel biriniz Çiçek, biriniz böcek. Bak aklıma gelmişken bir Edip Cansever okuyalım.

Boş versene sen, niye beklemeli

Sıktı artık bu kent beni

Çekip gitmeliyim hiç düşünmeden

Bulmalıyım aradığım o yeri

Şiirmiş, bilgelikmiş her neyse

Ne varsa benden kalsın geride

Kalsın o yalanlar, o yalan ilişkiler de

Ve ölümler ki sevdanın ikiz doğurduğu

Yetsin, taşımak istemiyorum hiçbirini yedeğimde

Nerdesin ey benim her gün yeniden doğan oğlum

Sevginin çoğul oğlu

Senin ülkende yalnız bütün özlemler

Bilirim yalnız orda, içtenlik, erinç, coşku

Bayrağındaki tek çiçekli dalla

Orda uçsuz bucaksız

Olanca görkemiyle bir erguvan imparatorluğu.



Bu arada benim soyadım Selecek var ya o da Erguvan ağacının bir adı da “selecek.” Karşı tarafta Salacak var, o da bu Erguvandan geliyor derler, ilk önce oraya Selecek derlermiş, diye diye bugünkü Salacak olmuş. Ben diyenlerin yalancısıyım. Şahmeranı bilir misiniz?

- Orada da mı geçiyor erguvan? Dedi, yok artık bakışıyla Bekir.

- Geçmez mi içinde aşk, sevda, asalet olur da geçmez mi. Tahmaz isimli genç bir adam günlerden bir gün derince bir mağarada Şahmeran isimli yarı kadın yarı yılan bir varlıkla karşılaşır. Mağarada geçirdiği günler ardından birbirlerine âşık olurlar. Tahmaz yeryüzünü özleyip geri döndüğünde, Şahmeranı arayan kötü niyetli bir Vezire yakalanır ve işkencelerin ardından Şahmeran’ın yerini söyler. Şahmeran da yakalanıp Vezirin huzuruna getirilir. Tahmaz Şahmeran’ı görünce utanç içinde kalır. Şahmeran sonsuz erdem ve bilgiye sahiptir; vezirin amacı bunu elde etmektir. Şahmeran başını yiyenin öleceğini, kuyruğunu yiyenin erdem ve bilgiye kavuşacağını söyler. Vezir kılıcı ile Şahmeranı ikiye böler ve kuyruğunu yer. Tahmaz ise acıya dayanamayıp ölmek maksadıyla sevgilisinin başından bir parça ısırır. Fakat Şahmeran Veziri kandırmıştır, söylediğinin tersi olarak zehirli olan kuyruğu, erdem veren ise başıdır; bunun üzerine Vezir ölür, Tahmaz ise sonsuz bilgiye kavuşur; lakin sevgilisini yitirmenin üzüntüsü içinde kendini uzak diyarlara salar.

- Eeee erguvan nerede? Nazlı meraklı bakışla sorar.

- Nazlı kızım dur bakalım gelecek. Vezir, Şahmeran öldü, Tahmaz gitti diye hikâye bitmedi. Çatalca’yı bilir misiniz?

- Evet, İstanbul’un ilçesi.

- Erguvanın şimdilerde en bol olduğu yer ama taa eski zamanlardan beri, Çatalca’da erguvanla ilgili değişik efsaneler vardır. Bu arada Erguvan Festivali de vardır haberiniz olsun, Siyavuş Paşa saray bahçelerine ağaç dikileceği zaman Çatalca taraflarından Erguvan Ağacı istetmiştir. Bu Çatalca’da Şahmeran destanının anlatılmasında denir ki, Gelecekte bir vakit Şahmeran’ın yeraltındaki ordusunun erguvanların çiçek açtığı mevsimde Çatalca’daki mağaralardan yeryüzüne intikal ederek, dünyayı ele geçirecekleri söylenmektedir. Bu nedenle her yıl Şahmeran’ın askerlerinin Çatalca’ya erguvan ağaçları diktikleri rivayet edilmektedir. Bu yüzden de Çatalca’da her geçen yıl erguvan ağaçları, halk tarafından dikilmemesine rağmen artmaktaymış.

- Oğlum bana sade, misafirlere sor bakalım nasıl içerler?

- Ben orta şekerli alayım lütfen? Nazlı söylerken

- Sade alayım. Erguvanla kahve arasında bir bağ yok değil mi? Var derseniz bayılacağım dedi gülümseyerek Bekir.

- Var ama anlatmayacağım, o da Erguvanla, Kahve ben arasında sır olsun. Kahve gelene kadar Erguvanın şairinden erguvan şiirleri söyleyeyim sonra da İsa’yı anlatayım, İsa, hain Havari ve Erguvan Ağacı. Bakın Hilmi Yavuz ne demiş;

Erguvanlar geçip gittiler bahçelerden.

Geriye sadece erguvanlar kaldı.

Karamanlı Nizâmî ;

Ger idersem kadd ü ruhsârun yolında cân revân

Bitiser sinümde sinem üzre serv ü ergavân

Refik Durbaş;

Geçen yazın güneşinde kavrulan sandalye incir ağacının gölgesine sığınmıştır

Gönlü kırık bir testi, fesleğenleriyle yalnızlığının labirentindedir

Erguvan ağacının gölgeliğinde uzunluğunu unutmuş çamaşır ipi bedeninin iğreti mandallarıyla gölge ve güneş ışığı aralığında sınır çizgisi olarak dursa da aslında sırat köprüsü niyetine hayal etmektedir kendisini: Kara ile beyazın, serinlik ile sıcaklığın, keder ile sevincin, ölüm ile hayatın aralığında…

Burası, evlerin tavan arasıdır arka bahçesi yani…

Fatih Söyler’in şiirini bir yerlerde okumuştum, çok hoştu;

kayık sessizce geldi, kıyıcığa demirledi deniz, kayık kokuyordu kayıksa yosun

bakınırken sağa sola, onu gördü uzaktan o, orada, çınaraltı kahvesine çıkan taş kaplamalı yolun sağında, beyaz badanalı, alaturka kiremitli evin bahçe duvarının üzerinden merakla seyrediyordu denizi

meltem ifil ifil esiyordu meltem taşıyordu kokusunu

o, kendisine bakıldığını hissetti: oradaydı o, yolun karşısında kıyıda demirliydi

kayık, deniz kokuyordu denizse yosun

utandı, yapraklarıyla gizlenmek istedi; meltem sertleşiverdi, gizlenemedi

kayığın içi titredi denizden çıkmak, ona gitmek istedi; bırakmadı deniz: gidemedi.

o bir erguvan ağacını sevdi üzerinde bir milyon nisan çiçeği




Babasız Meryem’den doğan İsa’nın son akşam yemeğini bilirsiniz değil mi, o hikâyenin bir yerlerinde Erguvan Ağacı çıkar karşına. İngilizler Judas Tree derler, Almanlar Judasbaum, Fransızlar da Arbre de Judée derler. İsa’ya atfen İsrail’in erguvan ormanlarının bulunduğu bölgeye Judea derler.

Markus’un İncilindeki anlatılarda Romalı askerlerin Hz. İsa’yı çarmıha germeden evvel, valinin sarayına götürerek yalnızca Kralların ve İmparatorların giyebildiği Erguvani bir kıyafeti giydirdikleri kafasına da taç olarak dikenli sarmaşıklardan geçirdikleri ve “Yahudilerin Kralı” diye önünde küçümseyerek selam verdiklerini söylenir.

En bilinen Hıristiyanlık anlatısı da; Son akşam yemeğindeki Havarilerinden Yahuda otuz gümüş karşılığında Hz. İsa’yı Romalılara ihbar eder. Sonra bu ihanetinin altında ezilir ve pişmanlıkla kendini bir ağacın dallarına asar. O ağaç daha önce beyaz çiçekler açan Erguvan Ağacıdır. Hatta o zamanlar dümdüz, sülün gibi bir ağaç iken böylesine manevi bir ağırlığın altında kalarak dalları çarpık çurpuk bir ağaç haline dönüşmüştür. Öykünün farklı anlatımların da çiçeklerinin Hz. İsa’nın gözyaşlarını temsil ettiği de söylenir, bu yüzden utancın ve hicranın rengi ve sembolü haline gelir.

- İstanbul Kadındır Nazlı. Aynı senin gibi güzel kızım, güzel bir kadındır. Mor da dişidir, dişiye yakışandır. O yüzden İstanbul mordur. Mor İstanbul. Mor asalettir, mor zarafettir. Mor Hera’dır, Afrodit’tir, Demetter’dir, Gaia’dır. Anadolu’nun Kybele’si, Mısır’ın İsis’sidir. Soyluluğun rengidir ya o yüzden soylu şehirlerin en soylusunun rengidir. Musa’nın sunağının örtüsüdür. Kleopatra’nın gemisinin yelkenidir, mor. Çin imparatorluğunun hediyesi, inceliği, ipeğinin albenisidir, mor. Türk’ün kadının cepkeni, otağının alametidir, mor. Türkmen kızının fistanıdır, mor. Kadındır vesselam, mor. Mor kadındır çünkü asildir, kadın mordur çünkü zariftir. İstanbul erguvandır. Erguvan İstanbul. Erguvan Çay Bahçesinden yayınımıza burada son veriyoruz, dedi şen bir kahkaha atarak Selim Bey.

- Çok güzel anlatıyordunuz, ne olur biraz daha, diye genç kız nazıyla söyledi Nazlı. Söylerken iki gençte yalvarır gözlerle bakıyorlardı bu İstanbul sevdalısı adama.

- Çocuklar İstanbul’un renginin hikâyesi daha çok ama gerisini başka yerlerde İstanbul’u biriktiren birilerinden dinlersiniz. Bu şehrin her köşesinde İstanbul biriktiren bir Erguvan vardır.











Kaynakça:

ECO Umberto. ORTAÇAĞ Barbarlar, Hıristiyanlar, Müslümanlar. Çeviren: Leyla TONGUÇ BASMACI. 2. Baskı. Alfa Yayınları. İstanbul, Nisan 2014.

HAŞİM Ahmet. Beş Şehir. Dergah Yayınları. İstanbul, 2002.

SUKENIK Naama, ILUZ David Iluz, ZOHAR Amar, VARYAK Alexander, SHAMİR Orit, BEN-YOSEF Erez. “Early evidence of royal purple dyed textile from Timna Valley (Israel)”. PLOS ONE. Published: January 28, 2021 https://doi.org/10.1371/journal.pone.0245897 https://journals.plos.org/plosone/article?id=10.1371/journal.pone.0245897


https://www.indyturk.com/node/309076/bi%CC%87li%CC%87m/i%CC%87srailli-arkeologlar-i%CC%87brahimi-devirden-kalma-alt%C4%B1ndan-de%C4%9Ferli-mor-kuma%C5%9F-boyas%C4%B1

Amarna Mektupları. https://tr.wikipedia.org/wiki/Amarna_mektuplar%C4%B1#:~:text=Amarna%20mektuplar%C4%B1%2C%20(bazen%20%22Amarna,ger%C3%A7ekle%C5%9Fen%2C%20%C3%A7o%C4%9Fu%20diplomatik%20yaz%C4%B1%C5%9Fmalar%C4%B1n%20ar%C5%9Fividir

İncil. https://incil.info/

Sennacherib Silindiri. https://www.livius.org/pictures/iraq/mosul-nineveh/nineveh-museum-pieces/nineveh-sennacherib-cylinder/

Tevrat. https://kutsal-kitap.net/bible/tr/index.php?id=90&mc=1&sc=55


47 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page