NARSİST AYNALAR SARAYI; BEYLERBEYİ
- özdenbekir karakaş
- 4 Şub 2023
- 2 dakikada okunur

Bir cumartesi günü İstanbul da yapılacak en güzel şeylerden biri hele de kış ortasında baharı yaşarken Boğaz kenarındaki güzellikleri gezmektir. Eşim 2023’de Cumartesi programlarını ben yapacağım diye söylediğince ben de her erkek gibi gereğini yaptım ve son sözü söyledim; “nasıl istersen karıcım!”

Beylerbeyi Sarayına gideceğiz talimatını alınca çabucak toparlandım. Ben İstanbul da doğup büyüdüğüm için İlkokul döneminde okul gezisi ile gelmiştim. Oradan bölük pörçük hatırladığım görüntüler vardı hafızamda. Eşim benimle evlendikten sonra İstanbullu olmuştu. Meğer lise dönemindeki kalem kutusunun üstünde Beylerbeyi Sarayı resmi varmış ve hep merak edermiş.
Ben belki de serde Sosyalistlik var diye mi bilmem, Saray gezmeyi pek sevmem. Hele ki bizim Batılılaşma özentisi Şark şatafatıyla ve kitsch bir estetikle ortada olan bu yapılara ısınamadım. Tarihçi kimliğim ile de Saraylar üzerinden bu coğrafyanın tarihini yapmak pek de anlamlı gelmez bana. Bu Topkapı Sarayı içinde geçerlidir. Bu düşüncelerimi doğal olarak eşimle yola çıkarken ve onunla Sarayı gezerken söylemedim. Siz bu satırları okuyanlardan sır çıkmayacağını bildiğim için yazıyorum.

Sarayın hemen dibinde otopark hizmeti çok iyi baştan söylemek gerek. Müzeye girişi sırasında güvenlikçiler, gişe görevlisi arkadaşlar çok nazik ve bilgi vermeye her an hazırlar. En önemlisi güler yüzlüler, bu Saraya girişte de aynı idi. Ben şahsen her girene içerde fotoğraf çekmek yasaktır demekten bıkardım. Onlar bıkmadan söylüyorlar buna rağmen içerde şu cep telefonu denilen illetle fotoğraf çekmeye çalışanları da yine sabırla uyarıyorlar.
Girişten geçtikten sonra dakika bir gol bir durumu yaşadım. Önümde iki genç kadın öğretmen birbirleriyle konuşuyorlardı. Biri diğerine; “buraları gezmek lazım. Daha önce Topkapı Sarayını gezdim. Ne zorluklar yaşıyorlarmış. Bu topraklar için neler yapmışlar onları görmek gerek” dedi. Diğeri; “insanlar Topkapı Sarayını bir tek Harem’den ibaret sanıyor. Orada bu insanlar ne çileli hayat yaşamışlar” deyince, “bunları sarayı gezince mi anladınız? Umarım okulda çocuklara sarayda çileli hayat hikâyeleri anlatmıyorsunuzdur?” demek zorunda kaldım. Hiçbir ifade olmayan boş gözlerle bir süre bana baktılar, sonra bir şey söylemeden devam ettiler.

Nasıl bir çileli hayat yaşıyorlarmış acaba? Bu algı nasıl oluşuyor? Bu kadar çileli ise bırakıp gidip Anadolu’nun bir köyüne yerleşip kerpiç evde oturup, koyun gütselermiş. Hoş onlarda yönettiklerine sürü diyorlardı ve onlara göre bu sürüyü yalnızca onlar güdebilirdi.

Bu golden sonra bahçeyi dolandık birazcık sonra Saltanat kayıklarının yanaştığı İskelenin oradan vermişler Saraya giden yolu (Saray da hummalı bir restorasyon çalışması var. Deniz köşkler ve havuzlarda kapalı). Deniz kenarından Boğaz fotoğrafları çekerek, fazlaca da Boğazı seyretmenin keyfini çıkarak yürüdük.
Sarayın girişinden itibaren ihtişam var. Fakat dolaştıkça yapıya soğudum, içim bayıldı. Rahatsız oldum. Her tarafta aynalar, kocaman devasa aynalar vardı. Zevkli ve estetik bir donanım yoktu (bu şahsi görüşüm). Narsist bir yapı sanki orada yaşayan sakinlerin ruh halini ifade ediyordu. Duvarlarda çok az tablo vardı. Normal da sanatsal olarak bir değer ifade etmeyecek çalışmalardı.

Narsistliği anlamlandıran aynaların taşa bürünmüş hali üst kattaki büyük salonda karşıma çıktı. At üstünde Sultan (Padişah ifadesi o dönemde artık kullanılmıyor demek ki) Abdülaziz. Tavanlarda büyük levha yazılar, hep adaletli devletlû dan bahsediyor ama. Devletlû’nun o yazıları okuyup adaletli olması için aynı narsist kibriyle hep yukarı bakarak dolaşması gerek diye hissettim.

Narkissos’un kendine aşık olmasına sebep olan nehirden ayna, çerçevelere alınmış Sarayın her tarafına yerleştirilmiş. Belki de ben yanlış düşünüyorum, Sarayı daha ihtişamlı göstermek için de yapılmış olabilir. O da baştan yazdığım gibi yapının kendisinde hissettiğim Narsist kibre delalet eder ki, öyle de narsizm böyle de narsizm Boğaz kenarında.
Comments