top of page
Yazarın fotoğrafıözdenbekir karakaş

SELİMNÂMELER’DE KEMAH KALESİ Etrafı Dağlık Ortası Bağlık 4



Giriş Bilgisi: Kemah kalesi, Erzincan ilinde, Kemah ilçesi sınırları içerisinde bulunan bir kaledir. MÖ 205 yılı civarında, tahminen Azrak kralları tarafından yaptırılmıştır. 1515 yılındaki Kemah Kuşatması ile Safevilerin kontrolündeki kale, Osmanlı İmparatorluğu'na geçmiştir. 8.000 m2 alana sahip ve 80 m yüksekliğinde olan yapıda, 2019 yılı itibarıyla kazı çalışmaları devam etmektedir.


Menâkıbnâmeler, destanlar ve gazânâme gibi eserlerle XV. Yüzyıl ortalarında başlayan Osmanlı ta-rihçiliğini II. Bayezid döneminden kalan Takvimlere kadar götürmek mümkündür. Ancak Osmanlı tarihi yazma çalışmaları İstanbul’un fethi ile hızlanmış, canlanmış yarı resmi nitelikteki saray tarihçiliği yani şehnâmecilik II. Mehmed tarafından saraya alınıp maaş bağlanan şairlerle gelişmesini sürdürmüştür. XV. yüzyılda Yavuz ve Kanuni devirlerinin Selimnâme (1512-1520) ve Süleymannâme (1520-1566) adını taşı-yan tipik Gazânâmelerin ilki Yavuz’un sağlığında İdris-i Bitlisi tarafından yazılmış ve 20 civarındaki Selimnâme telifi zamanla Yavuz mitosunu ortaya çıkarmıştır.


Tarihî süreç içinde daha çok müstahkem kalesiyle ön plana çıkan Kemah, ticaret ve kavşak yolu üze-rinde olmasından ziyade askerî ve stratejik bakımdan önem taşımıştır. 1514’te Safeviler üzerine sefer düzenleyen Yavuz Sultan Selim’in dönüşte Kemah’ın fethine memur ettiği Bıyıklı Mehmet Paşa ile kuşatmaya katılması neticesinde 19 Mayıs 1515’te Osmanlı idaresine giren Kemah Kalesi’nin fethinin Selimnâmelerdeki anlatımına bir bakmak gerekmektedir.


Osmanlılarda modern tarih yazma geleneğinin ilk eserlerin basit ve acemice oluşu göz önüne alınırsa biraz gecikme ile başladığını söylemek mümkündür. Osmanlı tarihçiliğinde ilk sırayı “İs-kendernâme” adlı manzum eseriyle Ahmedî alır. İkinci sırayı Saray Takvimleri( Vakayinâmeler) almaktadır. Bu takvimlerde Osmanlıların ilk devirleri çok kısa olarak kaydedilmiştir. Üçüncü sırayı alan Tevârih-i Âl-i Osmanlar ise Süleyman Şah’ın Anadolu’ya göçüyle başlar.


Osmanlı tarihçiliğinin gelişme döneminin bir bölümünü de Selimnâmeler ve Süley-mannâmeler teşkil etmektedir. İstanbul’un fethiyle hızlanan ve çoğu Kanuni devrinde yazılan bu gazanâmeler Osmanlı tarihçiliği bakımından önemli kaynak oluşturmaktadırlar. Özellikle Osmanlı Devletinin sınırlarının ve gücünün doruğa çıktığı bu devirde sanat faaliyetleri de artmış, şair ve ediplere değer verilmiş, onların yazıp getirdikleri eserler hükümdarlar tarafından ödüllendirilmiştir. Birçok tarihçi hem bu nedenle hem de kahramanlıklarla dolu fakat kısa bir hayat süren Sultan Selim’in ilgi çekici devrini farklı kaynaklara dayanarak defalarca yazmışlar ve oğlu Sultan Süleyman’a sunarak önemli mevkilere getirilmişler ya da para yanında tımarla da ödüllendirilmişlerdir.




İlk defa Yavuz Sultan Selim devrinde ortaya çıkan ve onun ismiyle anılan bu tarihler Selimnâme olarak adlandırılsa da bu gelenek Kanuni Sultan Süleyman ve II. Selim’den sonra sürdürülmemiştir. Kısa süren saltanatı döneminde önemli işler başaran Yavuz Sultan Selim hakkında çok sayıda eser ortaya konmuştur. Umumiyetle, Yavuz Sultan Selim’in(1512-1520) Trabzondaki valiliği (H.915=M.1509) zamanından başlayarak, önce Gürcülerle, sonra da babası ve kardeşleri ile olan mücadelelerinden, nihayet tahta geçip Safevî ve Memlüklerle giriştiği savaşlarından bahseden müstakil eserlerden olan bu Selimnâmeler, bilhassa Selim devrini idrak edip onunla sefere katılan müelliflerin kaleme alışlarıyla gayet mevsuk tarihî ve edebî eserler olup devir olaylarının tespitine ışık tutmaktadırlar.



1514’te yazmaya başladığı Selimnâmesini Kanuni’nin cülusundan sonra 1521’de temize çeken Keşfî, mensur olarak yazdığı eserini kıt’alar, beyitler, kasideler, kısa mesneviler ve murabbalarla süslemiş; Arapça ve Farsça terkiplerle dolu eserinde “ Rebî’ül- Evvelinin beşinci gününde penc-şenbeh günü ne gündür deyüb ve ne dün kapu halkı serverleriyle mezkur Amâsiyyeden çıkub Geldinlan sahrasına sa‛ye ol beydâye her vechile pîrâye virdi.” diyerek Kemah’a yolculuğun başlangıç zamanını vermiştir.


Nişancı lakabıyla bilinen Celalzâde Mustafa Çelebi yetmiş yaşlarında yazdığı içinde çok sayıda mesnevi tarzında yazılmış nazım bulunduran mensur Selimnâmesinde devrinin bütün olaylarını teferruatlı anlatmakta Kemah’a yolculukta Keşfî gibi aynı tarihi vermektedir.


Sene-i ihdâ ve ‛işrîn ve tis‛a mie Rebî’ül- Evvelinin beşinci güni Mahmiye-i Amasya’dan râyât-ı ferhunde âyât ki tevfîk ü zafer reh-nümâları te’yîdât-ı Hâlik’il-beşer Azze ve şânühü muk-tedâlarıdır, ser-efrâz oldılar. Göçülüb savb-ı Kemaha ol dem ‛azîmet-i zafer-hâtimet ü teveccüh-i nusret-âkıbet buyurdılar. (921/1515 Rebî’ül- Evvelinin beşinci günü Amasya şehrinden zafer ve başarı kılavuzu şanı yüce Allah’ın yardımlarının bağlandığı, mutluluk alameti sancaklar yükseldi. Göçülüp Kemah tarafına o zaman zafer sonuçlu hareket ve yöneliş buyurdular.)




16. yüzyılın tanınmış seyhülislam ve tarihçilerinden biri Hoca Sadeddin 1514-1520 yılları ararsında I. Selim’in çok yakınında bulunan babası Hasan Can’dan dinlediklerini Tâcü’t-Tevârih isimli eserinde anlatmış, tarihî olayların arka planında olup bitenleri eserinin IV. cildinde ifade etmiştir.


Dokuz yüz yirmi bir Rebî’ül- Evvelinin beşinde (19 Nisan 1515) ufuklar padişahı, saçakları göklerde gezen Hünkar, Kemah’ı ele geçirmek ve yaramaz Kızılbaşı tepelemek üzere sözü edilen beldeden sancakların açtı.


Kayıtlarda adı Hakimüddin İdris b. Hüsameddin Ali olarak geçen İdris-i Bitlisî, Akkoyunluların sarayında Uzun Hasan’ın oğlu Yakup Bey’in maiyetinde kâtip olarak çalışmış, 1485’te II. Bayezid’in dikkatini çekmiş, 1501’de İran’dan kaçarak Osmanlı hükümdarının maiyetine girmiştir. I.Selim’in maiyetinde İran seferine katılan Bitlisî’nin Doğu Anadolu Bölgesinin Osmanlı topraklarına katılmasında büyük katkıları olmuştur. I.Selim’in vefatından (22 Eylül 1520) iki ay kadar sonra (8 Kasım 1520) vefat eden İdris-i Bitlisî’nin müsvedde hâlinde kalan eseri Kanuni Sultan Süleyman’ın görevlendirmesiyle oğlu Ebu’l-Fazl’a verilmiş eser ancak II. Selim’in padişahlığının ilk yıllarında tamamlanmıştır. Söz konusu Farsça eserde:


Sonuçta uğurlu talih ve mesut günün bereketi ile bilinen kurallara ve kanunlara uygun olarak 5 Rebî’ül- Evvel 921’de (21 Mart 1515) Kemah Kalesi’ni fethetmek niyetiyle bahtiyar Sultan’ın otağını ve büyüklük ve yücelik çadırların Amasya şehrinden bulutların gökyüzünü okşayışı gibi güzel, sulu ırmağın ve yeşilliğin kıyısına yaydılar ve kalabalık ordunun hazırlanması için Sul-tan’ın menşur ve hükümlerini çevre şehirlere ve bölgelere sabâ ve şimal kuşlarının kanatlarıyla gönderdiler.



Nazım ve nesir birlikte yer alan Selimnâmelerden birisi de Muhyî’nin eseridir ki kimliği tespit edilememiş, Birgili Mevlana Muhyî olabileceği kabul görmüştür. Eserinde Seyyid Mehmed b. Seyyid Ali İznikî’yi kaynak gösteren Muhyî’nin pek çok arkaik kelimeyi ihtiva eden Selimnâmesi gayet orijinaldir. Çaldıran’da şehit düşenlerin namına kabir yapılıp üzerine ölenlerin tarihlerinin yazıldığı büyük bir amud(direk) dikilmesinin ardından, Çaldıran ṣaḥrasından göç ḳılub yedi başlı ejderhaleyin ġıjġırub hevl ü heybet ile Tebriz’e doġrı yürüdüler. diyerek eksik varaklar sebebiyle olsa gerek Kemah’a ulaşmasını tarih olarak vermemiştir.


Adâ’î-yi Şîrâzî 2670 beyitlik Farsça Selimnâmesinde Yavuz Sultan Selim devrinin tarihî olaylarını tarihlerini belirtmemek gibi önemli bir eksiklikle sunmuş, Kemah’ın fethi niyetini şöyle belirtmiştir:


Yüce hükümdar (konaklamak üzere) Amasya’ya geldi

(Kışı) rahat geçirmek amacıyla oraya yerleşti

İlâhî takdir sonucu Dey1ayının günleri görünüp

Bedenlerde kan ve ter donmaya başladı

Feleği kendi gücü sayesinde elde edebilmek için

Kemah (kalesini) ele geçirmeye yöneldi.


Manzum bir başka Selimnâme ise II. Bayezid’in sefer ve zaferlerinden bahseden Mahremî’ye ait olup 12280 beyitten müteşekkil üç ayrı kitap olarak telakki edilen eserdir. Eserde Tatavlalı Mahremî, II. Bayezid’in ölümü I. Selim’in tahta geçmesi ve memlekette huzuru sağlaması, Şah İsmail’e karşı savaş hazırlıkları, Çaldıran Savaşı ve Şah İsmail’in yenilmesi, Hoy şehrinden geçerek Tebriz’e gidilmesi ve alınması, Gürcülerin İspir’i teslim etmeleri, savaş olmadan Bayburd’un alınması ve kışın Amasya’da geçirilmesinden sonra baharın gelişiyle Kemah’a yönelişi şöyle anlatır:


Meger bir ṣubḥ kim şāhinşeh-i Çīn

Hamel burcında 2 kurdı taḫt-ı zerīn


Bahāruñ leşkerüñ ḳılmaġa pīrūz

İrişdi şeh-süvār-ı şāh-ı nev-rūz


Yine deprendi ol sulṭānī leşker

Yine cūş eyledi ol baḥr-ı ejder


Ṭolup ṣīt-ı ṣadā bu köhne kāḫa

Revān oldı revān ḥıṣn-ı Kemaḫ’a


Mahremî, eserinde sefer tarihini tam olarak vermese de beyitlerden anlaşıldığı üzere seferin bahar aylarında gerçekleştiğini belirtmektedir.


Bitlis’in yetiştirdiği ikinci tarihçi altı dil bilen( Arapça, Farsça, Türkçe, Kürtçe, Ermenice, Hintçe) mesnevi tarzında Azeri Türkçesi ile Selimnâme yazan Şükrî-i Bitlisî’dir. Hakkında Mevlânâ Âşık ve Mevlânâ Şümrî gibi isimler de kullanılan Şükrî-i Bitlisî Yavuz Sultan Selim’le İran seferine katılmış Şehsüvaroğlu Ali Bey’in sultan hakkında verdiği bilgilerin ve kendi gördüklerinin ışığı altında Selimnâmeyi kaleme almıştır. Şehsüvaroğlu Ali Bey’in idam ettirilmesinden sonra yerine göreve getirilen Haliloğlu Koçi Bey’e Şükrî telif ettiği eserini gös-termiş fakat Koçi Bey verilen bilgilerin çoğunun yanlış olduğunu söylemiş, Şükrî de güvenilir olduğu gerekçesiyle eserini Koçi Bey’in anlattıkları doğrultusunda değiştirmiştir. Daha önceki Selimnâmelerde eksik olan detaylara sahip olan eser Hoca Sadeddin Efendi ve Gelibolulu Mustafa Âlî gibi tarihçiler tarafından kaynak olarak kullanılmıştır. Kanuni Sultan Süleyman’a vezir-i azam İbrahim Paşa vasıtasıyla takdim edilen eser Kanuni tarafından beğenilmiş, padişah ondan Süleymannâme kaleme almasını istemişse de buna Şükrî’nin ömrü yetmemiştir. O da :


Hod Rebî’ül- Evvel’ün beşincisi

Pencşenbe güni günler incüsü


Çıkdı Âmâsiyye şehrinden Ferîd

Kondı Geldi’len ovasın ehl-i dîd



Şâh’a ‛arz oldı anun ser-keşliği

Küfr ile ma‛mûr Hayber-veşliği


Sordı kim ol kal‛anın adı nedir

Ol hisârın burc ü bünyâdı nedir


Kimdürür dizdârı ol sûrun diniz

Âmiri kimdür o ma‛mûrın diniz


Nireye tâbi‛dir imdi ol hisâr

Kim dutupdur ol hisârı üstüvâr


Didiler kim iy Hudâvend-i dühûr

Şark’a tâbi‛dir bu gün ol burc u sûr


Söylemişlerdir anun adın Kemâh

Çok zamandandır ol eyvân u o kâh


Sâkin ü dizdârı iy Şâh-ı zemîn

Erdebîl-oğlı’na hâkimdir hemîn


Var içinde çok Kızıl-baş âdemi

Kimi Varsakdır kimi Taş âdemi


İşbu sözdin hande itdi şehriyâr

Böyle buyurdu ferîd-i rûzigâr


Anı men feth itmedin imkân mıdur

Kim geçem Tebrîz’e istihsân mıdur


Belki ol bir vakt râm oldı bana

Baht ol yüzden gulâm oldı bana


Sonra bir tezvîr birle ol hisâr

Çıkdı elden diyüben oldı süvâr


Yürüdi andan Kemâh üzre Selîm

Çevresin aldı hisâr itdi hakîm


Adâ’î Kemah Kalesi’nin panoramik görüntüsünü vermiş, diğer eserlerden farklı olarak kalenin fethinin gerçekleşmesinde fayda sağlayan durumu da şöyle belirtmiştir:


Rum ve Acem ülkelerinin sınırı olan yerde

Sancak gibi yükselen bir kale bulunuyordu


Güngörmüş kimselerin adını Kemah olarak yazdığı

Bu kalenin içi ve dışı bahçeler ve köşklerle doluydu


Böyle bir kaleyi zaptedip ele geçiren kimse

Dünyanın anahtarını eline geçirmiş olurdu


Yüce hükümdar kalenin dibine yaklaştığında

Gökyüzü gibi dayanıklı bir kale olduğunu gördü


Tepesi, burçları ve duvarları öylesine yüksekti ki

Güneşin kemendi(onu yakalamada) kısa kalıyordu


Kalenin çevresindeki bütün Kemaḫ halkı

Konaklarını ve balkonlarını bahçe haline getirmişlerdi


Fırat nehri Kemaḫ’ın bir köşesinden geçiyordu

Havası son derece temiz ve ferahlatıcıydı


Bir an için tıpkı bir yüzük (görüntüsüyle)

Ordu yüzüğün halkası, kale ise taşı haline geldi


Kalenin yakınında(yüksekçe) bir tepe vardı

Öyleki kalede olup bitenler orada görünüyordu


Yeniçeri askerleri yukarıdan durumu fark edince

Fitnenin kapısını o tepe sayesinde açtılar


Tıpkı uçarak dalın üzerine konan kuşlar gibi

Bir an içerisinde kalenin üzerine çıkıverdiler


O yüksek kale ele geçirilir geçirilmez

Padişah feleğin başını kemendi ile yakaladı


Çevresinde tanınmış kimselerden oluşan bir orduyla

Ünlü bir( komutanı)kaleye(muhafız olarak)koydu. (O ünlü komutan Karaçinoğlu Ahmed Bey’dir.)


Kale yakınındaki yüksekçe tepe kalenin fethini kolaylaştırmıştır ancak tepenin ismi kaynaklarda tam olarak geçmemektedir.


Diğer bir adı da Fütûhâtü’s-Selîmiyye olan Selimnâmesinde Şükrî-i Bitlisî’nin doğulu olması nedeniyle Yavuz’un İran ve Mısır seferlerinin teferruatına rastlamak mümkündür. Şair en küçük yerleri ve ayrıntıları belirtmekte farklı malumatlar vermektedir. Sivas, Koçhisar, Merzifon, Kınaağzı, Kercenes, Elmalı…yoluyla Kemah’a geldiğini, kalenin fethedilişini, fetihten sonra Yavuz’un sekiz gün orada kaldığını, kaleye yedi yüz yeniçeri yerleştirdiğini öğreniyoruz.


Osmanlı sultanlarının İslam’ı yüceltme, onun bayraktarlığını yapma, ehli sünnet akidesini, sapık mezheplerin propagandasından ve yayılmalarından korumak gibi dinî sebepler başta olmak üzere daha önce sefer yapılıp da alınamayan veya alınıp da sonradan elden çıkan yerleri âr ü namus yükü telakki ederek buraları fethetmeyi kendilerine görev kabul etmeleri amacıyla siyasi ve mazlum insanları zalimlerden kurtarmak gibi insani sebeplerle fetih politikası izledikleri ger-çektir. Dinî, siyasi, insani bu sebepler savaş sebepleri arasında yer alır. Tacü’t-Tevarih’te Kemah Kalesi’nin fethinin gerekçeleri ve önemi açıkça belirtilmektedir.


Kemah Kalesi’yle Erzincan arası pek yakın olup Kemah korıcısı olan yaban domuzu küstahlar, zamanlı zamansız Erzincan halkına saldırmaktaydılar. Hele kış aylarında, soğukların bastırdığı sırada tün baskınları yapub hasar dokundurmaya kalkışırlardı. Öyleki Bayındır beylerinden Uzun Hasan soyundan kimini iş sırayladır sözüne uyarak tün baskını idüp ol kan dökücüler sıkı bir savaş verip kızılbaş başlarından minareler yaptılar ve fesatları kapusun yapub kılıç çevgânıyla başları topun kaptılar. Bu haberler Amasya’da yıldızı parlak padişahın katına duyurulunca Bay-burt ve Erzincan valisi olan Bıyıklu Mehmed Paşa’ya hükm-i hümayun buyuruldu ki, tepeleyici otağın oraya inişinden önce yanında olan yiğitlerle sözü edilen kalenin kuşatmasına girişe.


İdris-i Bitlisî ise Selim’in Kemah seferini cihandarlık arzusu, âr ü namus yükü, insani sebeplerle açıklamakta fethin sebeplerini şöyle izah etmektedir:


Bu zafer eserli seferin başlangıcından beri yüceliklerin tezahürü olan padişahın aklından şunlar geçmekteydi: İran memleketlerinin fethine Küçük Ermenistan’ın muteber kalelerinden olup İran topraklarıyla Anadolu toprakları arasında bir ayrım emri olan Kemah Kalesi’nden başlamalı. Kemah, Fırat suyu kıyısında İran sınırında yer alan bir kaledir. Âlemin hükümdarı olan padişahın büyük atası Yıldırım Bayezid Han’ın kılıcının malıdır. Merhum Sultan Yıldırım’la İran ve Turan padişahının savaşıp çarpışmasına neden olan kale bu kaleydi. Yıldırım Han o kaleyi ve Erzincan’ı o yörenin meliki ve hâkimi olan Emir Mutahharten’den almıştı. O memleketlerin kuşatılması sultanlık veraset davasının öne çıkarılması ve İran memleketinden zulmün ve karanlığın yok edilmesi bakımından ülke fethetme kaidesine bu iş uygun göründü. Bu kale Erzincan topraklarıyla tam bir bağlantı içinde bulunduğundan ve daha önce de belirtildiği gibi o kalede kutval olarak kalan bazı Kızılbaş taifesince Erzincan ve Bayburt halkına ve askerine, o bölgeye gelip giden topluluklara çeşitli saldırılar ve baskınlar yapıldığından her halükârda o kalenin zaptedilmesi din ve devletin önemli işlerinden ve Ermen vilayetinin huzur ve güveninin sağlanmasının gereklerinden görünüyordu.


Ele alınan Selimnâmelerde Kemah Kalesi’nin fethinin lüzumu “mahal-i ihtimâm ve serhadd-i memâlik-i İslâm” ve “ata yadigârı” olması yönüyle dinî, siyasi ve askerî bir zorunluluk olarak telakki edilmektedir.


Muhyî Kemah Kalesi’nin fethinin Şah İsmail’deki etkileri ve kalenin geri alınması için yapılan hileyi de anlatmaktadır ki Şükrî-i Bitlisî dışında Selimnâmelerde ele alınmamaktadır.


Bu taraftan Şeyḫ İsmā‛il işitdi kim Ḫünkār Kemāḫ’ı aldı ve ‛Alaüddevlenüñ başın kesib vi-layetini zabt eyledi ve Ḳara Ḥamid Ḳal‛asınuñ ḫalḳı daḫı Ḥamid Ḳal‛asını Ḫünkāra virüb miftāḥını Kemāḫ Ḳal‛asına ḳarşu iletdi, diyicek İsmā‛il’üñ cān başına sıçradı. Destmālin yüzine ṭutub hāy hāy aġladı. Erdebil beglerinüñ cigerin ṭaġladı. Kemāḫ’uñ ve Ḳara Ḥamid’üñ alunduġına ziyāde acıdı, eytdi. “Begler : Ben de bildüm kim devlet şimden geri bizden yüz çevirdi. Ḫünkāra döndi. Şimden ṣoñra Ḫünkār İran vilāyetini hep żabṭ ider, pādişahlık elümüzden gider.” diyüb hāy hāy ve yine aġladı. Şah İsmā‛il’üñ rikābında oturan Erdebil beglerine eyitdi: Yā serverler! Sizden kim ola kim benüm yoluma cān u baş terkin urub Kemāḫ Ḥıṣārı’nuñ üzerine vara. Ḥīle ḳılub Selīmīleri ġāfil idüp Kemāḫ Ḳal‛asını yiñe baña alıvire, didi.


Meclis-i der-fetḥ-i Nūr ‛Ali


Divān-ı Şeyḫ İsmā‛il ṭayanub bir kişi Erdebil beglerinden ve ḫalifelerinden bir ulu cihān pehlevānı heybetlü ve ṣalābetlü ve ḥīle itmekde şeyṭān ṣıfatlu ve Erdebil ḫalīfelerinüñ ve ḫalḳınuñ naṣīḥatcısı ve İsmā‛il-i iblīs-i la‛īn gibi azdurub yoldan çıḳarıcı ve Rufāżīlerin başı buġı ve Ḳızıl-başuñ va‛az idicisi Nur ‛Ali adlu meẕhepsiz bir ḫalīfe yerinden ṭurı geldi. Şeyḫ İsmā‛il öñünde baş ḳoyub zemīn būs ḳılub eytdi: Ey Şāh-ı ser-efrāz-ı ‛Acem! Benüm cānum ve başum senüñ yoluna fidā olsun. Kemāḫ’ı almaya gitmekde senüñ yoluna ölen ben ḳuluñ olayun. Kemāḫ’ı al-maġa ben ḳulunı gönder kim varayın. Şāh devletinde ḥīle ḳılub Kemāḫ’ı saña alıvereyin. Hep Selīmīleri ḳılıcdan geçireyin, Şāhuñ yine adını çıḳarayın, didi. Nūr ‛Ali böyle diyicek İsmā‛il sevinüb şāz oldı. Nūr ‛Ali’ye du‛ā ḳıldı. Āferīn idüb ḫıl‛at geydürdi. Üç biñ cihān pehlevānı ser-den geçmiş sürḫī ser-pehlevān yigit er ḳoşub bī-nihāye azuḳ virüb Nūr ‛Ali’yi Kemāḫ Ḥıṣārı’nuñ üzerine gönderdi…Her yükde ālāt-ı ḥarb ṣaḳladı ve ḳardaşını beş yüz miḳdārı yük ve beş yüz nefer ādemile bāzergān ṣūretinde Kemāḫ’a gönderdi. Kendü daḫı çerisile kemīnde ḳaldı.


Hadiseyi detaylı bir şekilde ele alan Muhyî Çelebi, Diyarbekir ser-leşkeri Muhammed Paşa’nın casusları vasıtasıyla bu hilenin haber alınıp Şah İsmail’in adamlarına fırsat verilmeyişini akıcı üslûbuyla uzun uzun anlatmaktadır.


Selimnâmelerde Kemah Kalesi’nin fethine geniş yer verilmesi Kale’nin Osmanlılar için önemini ortaya koymaktadır. Zira Kemah alınmadan Bayburt ve Doğu Anadolu’nun elde tutulması imkânsızdır. Yine bu müstahkem kalenin hem ticaret, kavşak yolu üzerinde olması hem de İran topraklarıyla Anadolu topraklarının sınırı olması hasebiyle Yavuz tarafından önemsendiği açıktır. Üstelik Yıldırım Bayezid tarafından fethedilip sonra elden çıkması kalenin fethini daha da önemli hale getirmiştir. Fethe Bıyıklı Mehmed Paşa’yı memur eden Yavuz’un bizzat gelerek kuşatmaya katılması da bütün sayılan sebepler nedeniyle kalenin ne kadar önemsendiğinin açık bir göstergesidir. Denilebilir ki Kemah Kalesi’nin fethi, sekiz yıllık saltanatı döneminde önemli işler başaran, adeta efsaneleşen Selim’in Doğu’ya ve İran’a açılan hayallerinin de önemli kapısı olmuştur.


88 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Commentaires


bottom of page