top of page
Yazarın fotoğrafıözdenbekir karakaş

ŞİLON (KHILON) ve KANDIRAY'LA SOHBET




Bir fırıldakla iş yapmanın en kötü yanı, sürekli cereyan da kalmaktır. Etrafında fıldır fıldır rüzgâr eser, sanki Antalya sıcağında duş alıp klimanın altında yatmak gibi bir durumdur. Başlangıç harika, bitiş hazin bir hâl olur. Kandıray benim başımın belası, antik bilgelerle bir sohbet yapalım dedim, Kandıray efendinin eline düştük yine. Aklımca benden aldığı beş yüz liramı bir şekilde kurtaracağım. Bırak parayı kurtarmayı, bu üçkâğıtçıdan kendimi nasıl kurtaracağım onu bile meçhule giden gemiden el sallayan yolcu gibi görebiliyor. Körlemesine limandan ufka giden gemideki o kurtarıcıya el sallıyorum gibiyim, kurtarıcı hayal meyal hale geliyor kaybolup gidiyor.


Hanım Kandıray gelecek diye erkenden çıktı. “Ben bir Melike’ye gideyim, kaç zamandır uğramıyorum” dedi yangından mal kaçırırmış gibi çıktı evden. Haklı kadın benim çenemden yıldı, bir de Kandıray geldi mi kafası kazan gibi oluyordur. Melikeyi de kırk yıl görmese özlemez ama ben anlarım o Melikeye gideceğim dediğinde; “Hiç çekemem filozof efendi şimdi senin tıraşlarını” demek olduğunu. Dile kolay kırk yıllık yol arkadaşım, dostum, sevgilim o beni tanır, ben de onu.


Tuhaf bir ikiliyizdir biz onunla. Ben sosyalist bir insan. O biraz demokrat, biraz muhafazakâr, biraz milliyetçi tam ülkem gibi biridir. O az konuşur, ben çok konuşurum. O televizyon seyretmeyi çok sever, hele ki komedi-dram tarzı bir Türk dizisi olsun, müptelası olur. Hint dizilerine bir dönem bağımlılığı vardı o kadar yani. Bir de emlak, inşaat programlarına aşırı meraklıdır. Ben tarih belgeselleri, polisiye ve bilim-kurgu filmleri, yemek-gezi belgeselleri takip ediyorum (bu arada yirmi yıldır haber ve tartışma programı seyretmiyorum. O yüzden bu belgeseller sayesinde bütün hayvanların cinsel yaşamlarını, dünya mutfaklarını, saçma sapan tarih belgeseli adı altında safsataları bayağı biliyorum).


Kandırayı beklerken evliliği gözden geçirdim farkında olmadan. Nerede kaldı acaba? Erken gel demiştim hâlbuki üçkâğıtçı, haytaya. Bu sefer Spartalı konuşmayı pek sevmeyen, yedi bilgenin belki de kehanet tapınağına sözü yazılacak kadar kıymetlisi ile sohbet edecektik.


Günümüzde kişisel gelişimcilerin, tasavvuf çeşmesinde su içmeyi sevenlerin, mistiklerin, Uzakdoğu öğretisi hayranlarının ağızlarına sakız olmuş, içeriği çoktan boşaltılmış beylik ve büyük bir laf haline getirilmiş “kendini bil” sözünün kayıtlı babası Khilon (bizler Şilon diye okuyoruz) ile kendimizi nasıl biliriz, bu işler öğretiden felsefeye nasıl geldi onu konuşmak istiyorum.


Kapının çalmasına hiç bu kadar sevinmemiştim, bizim zıpçıktı geldi galiba. Kapıyı açınca nefes nefese kalmış, suratı kıpkırmızı bir Kandıray'la karşılaştım. “Hayırdır, tosuncuk ne bu hâl böyle? Arkadan alacaklıların kovalıyormuş gibi geldin” dedim gülerek. Hiddetle baktı; “Bana tosun deme, hocam. O tosun yüzünden böyle nefes nefese kaldım zaten”. Meraklandım tosun falan derken bizim fırıldak besiciliğe falan mı başladı acaba diye düşündüm. “Anlat bakayım sen şu işi en başından, ama önce içeri gir de bir otur. Ayakkabıları dışarda çıkar, yengenden fırçayı sonra ben yiyorum ona göre”.


Hanım gitmeden çayı demlemişti. Seviyor beni kadınım yahu. Volkan Konak gibi “kadunum …” diye başlamak geldi içimden çayları koyarken. İnce bellilere doldurdum şöyle güzel demli çayları. Çay deyip geçmeyin, eskiden fakir fukaranın kurtarıcısı, milli içeceği idi. Şimdi emekli maaşıyla demliğe koklatarak koyabiliyoruz demi.


Tosuncuk kanepeye malak gibi yayılmış, oturmamış neredeyse serilmişti. “Bir yastıkla, pike getireyim mi?” diye sordum çayını sehpaya koyarken. Koyarken de biraz toparlansın diye kafasına vurur gibi bıraktım. Küçük öküz nasıl olduysa anladı, biraz toparlandı. “Anlat bakayım şu işi, bak yalansız anlat yoksa yersin şaplağı ona göre”.


Hocam, biliyorsun biz muhafazakâr bir aileyiz.” “Bilmez olur muyum?” “Öyle faizle, haramla işimiz olmaz. Şu Konya da Çiftlikbank vardı ya, işte ben onun mağdurlarındanım? Yalnız ben değil, babamgil, Almanya’dan abimler, Fransa’da ki dayımlar, Belçika’da ya benim kayınpederler onlar. Bir Hollanda’da ki amcam girmedi. Bugün sabahtan mahkeme vardı, mağdur olarak gittim. Babamla, abimde geldi.


Oğlum baban Almanya’da çalışırken, geldikten sonra hep bunlara dolandırıldı. Hadi onu anladım da senin gibi bir fırıldak nasıl ketenpereye geldin?


Sevgili hocam, bakma öyle uyanık göründüğüme çok temiz kalpliyimdir. Bir de biliyorsun din konusunda hassasımdır. Hele milli davalar olduğunda koşarım.


Bu yediğiniz kazıklar hangi sınıfa giriyor. Milli dava mı? Din davası mı?


Sen yapma bari hocam, içim yanıyor. Artık adliyede bizim aileyi tanımayan mübaşir yok. Jet Fadıl davasında, Konya’daki, Yozgat’taki Müslüman Holdingler davasında hep mağduruz biz. Hatta İhlas Finansta da paralar gitti.


Bu sizin muhafazakârlık, hassasiyet veya milli duygularınızdan değil de, herkesten uyanık olma, fırsatçılık, kolaycılık yönünüzden olmasın. Dini, milliyi de atlama sırığı olarak kullanıyorsunuz gibi me geldi.


Babam bu Çiftlikbank’ın en şaşalı döneminde Konya’ya gitmişti. Bir İslami Holding’e kaptırdığı paralarla ilgili davası vardı. Mahkemede yanına kendisi gibi mağdur Almancı oturmuş, bu işi anlatmış. Çocuğun dürüstlüğünden, Müslümanlığından falan bahsetmiş. Babam akşam kendi tarikatlarının birinin Kuran Kursunda kalmaya gidiyor. Akşam yemek yerken oradaki kurs hocaları da ballandıra ballandıra bu Çiftlikbank’ı anlatıyor. Çocuk şöyle şeyler yapıyor, şöyle kazandırıyor diye. Babam dedi ki hocalar Almanya’dan İngiltere’den hatta Çin’den gizlice uzmanlar gelip bunun sistemini araştırmaya, çalmaya çalışmış. Allah’ın yardımıyla oyunları bozulmuş, gerilerine bakarak gitmişler.

Bir de hocam, bu çocuğun arkasında başka büyük güçler var. Yoksa o çocuk tek başına böyle bir şey yapamaz. Büyük bir oyun var.”


Baban, tanıdığım birçok insan da dolandırılıp dolandırılıp bu martavalı okuyordu. Böyle biri sizin gibi süper zekâ müminatı nasıl dolandırır değil mi? Üst akıl yalanlarıyla avunmaya çalışıyorsunuz? Senin gibi bir fırıldak bütün mahalleyi nasıl çarpıyorsa o da sizi çarpmış. Bırakın artık bu saçma ezberleri, bugün dışarı çıksa koşup yine verirsiniz paraları. Jet Fadıl’a baban kaç kere öpüldü?


Hocam, çok ağır girdin mevzuya. Bak kırıcı oluyorsun. Bizim paramız gitmiş, sen yine bizi suçlu çıkardın. Devletin bu paramızı karşılaması lazım. Bak geçsen de geçmesen de garanti köprü paralarını tıkır tıkır ödüyor. Bak taksitli ev, araba sistemini garanti ediyor. Biz de Müslümanlık adına halis duygularla verdik o paraları, hazine karşılaşın.”


İyi o zaman hazine senin mahalleliden tokaladığın paraları, benim beş yüz lirayı da ödesin. Biz de halis duygularla verdik parayı.”


Onunla bu iş aynı mı ya hocam? Bir beş yüz liram da beş yüz liram diyorsun. Toplumsal bir sorun bu.”


Aklımda kalan en son beş yüz lira, yoksa daha fazla. Hatırlarsam öbürlerini kötü olur. Toplumsal sorun değil bu Kandıray, ahlaksız bir toplumun her seferinde karşılaşmak zorunda kaldığı son. Babandan şurada bir ilkokul yapılıyor, yüz lira ver desen suratının şekli değişir hemen. Ne hikmetse nerede kolaycılık, fırsatçılık, şark kurnazlığı var oradasınız. Aslında sizlerden bir de yıllık dolandırılma vergisi alınması gerek. Dolandırıldığınız miktarının yüzde yirmi beşi oranında bir de devlete yatıracaksınız. İş gerçekten milli olsa, din hayrına olsa siz o yaraya işemezsiniz bile. Sırf çıkar için, bir de muhafazakârmış da, milliymiş de. Bu ülke de elife mertek diyemeyenler hep din hassası zaten.”


Bak ya Kandıray moralimi bozdun. Ben bu sefer seninle şu Tarotçuları, Bilimsel astrologları konuşacaktım. Şilon’u fazla beklettik. Hadi kur teçhizatını.”


Şilon derken Hocam. Bak Yahudi falansa ben yokum. Şilon, Şalon hiç bana uymaz. Küsmece, darılmaca yok. Toplar giderim. Elhamdülillah Müslümanız, tahtamda Yahudi konuşturamam şimdi.”


Kandıray sana elimin tersiyle bir vururum. O tahtanın üzerinde sekiz çizersin, kıvırırken ona göre. Ne Yahudi’si, ne diyorsun oğlum sen hasta mısın? Musa’ya Peygamber olarak inanıyorum diyeceksin, sonra Yahudi olmaz cehalet bilgini soytarı. Topunuza eblehlik macunumu emdirdiler çocukken bilemedim. Yok, Yahudi değil, Spartalı, üç yüz Spartalı varmış, bu sonuncusu. Allah’ın andavallısı.”


Bugün şamar oğlanına çevirdin beni hoca. Ben o kadar iş arasında koşup geleyim, sen ayaklarının altında ez beni.” “Ya, oğlum alttan alıp yumuşatmaya çalışırsın şimdi. Aklını kullan. Aptallık nedir biliyor musun? Aynı hatayı sürekli tekrar ederek, farklı sonuç beklemektir. Niye herkesten daha uyanık, daha dindar, daha milliyetçi sanıyorsunuz kendinizi? Niye cehalet denilen ağır yükü sırtınızdan atıp, bilgi denilen ata binip dörtnala gitmiyorsunuz?


Hocam ne söylesem, sözlerinle nakavt edeceksin beni. Biz böyle şartlanmışız. Hem sen bize anlatmıyor muydun kahvede? İnsanların en fırsatçıları, en korkakları, çıkarlarına en düşkün olanları hayatta kalmayı başarmış diye. Biz onların torunu değil miyiz? Senin gibi bir iki tane de cengâverlerin torunları kalmış nasıl olmuşsa? Aslında biz de biliyoruz, Babamda, o mahkemedeki Alamancı hacı da biliyor ama biz hiç görmediğimiz elimizde hiçbir delil olmayan ahiret denilen şeye bile inanıyoruz. Düşünsene bizlerin cennetinde her yer köşk, saray dolu. Kadınlar, içkiler gırla. Cehennem diye bir yerimiz var, ateş var sönmeyen. Biz hesapları hep inandığımız Tanrıya bırakan insanlarız. Allah’ından bulsun diyoruz, onunla ahirette hesaplaşacağız diyoruz. Sen şimdi diyorsun ki aynı hatayı sürekli yapıp farklı sonuç bekleyenlere aptal denir. Biz de tövbe kapısı var hocam, kırk kere aynı haltı ye yine git tövbe et bu sefer bizimkinde abdal oluyorsun. Biz çevremizden, yetiştiğimiz iklimden ayrı düşünemiyoruz ki. Düşünmek bizim toplumda sıkıntı, çıbanbaşı olmak demek. Sıkıp patlatırlar.


Aferin sana, demek ki kahvede konuştuğumda dinliyormuşsun? Hadi bayağı geç oldu. Yengen gelmeden şu Şilon’la sohbetimizi yapalım.


Yapalım hocam, yapalım. Bu da tiran falan değil dimi?


Yok, bu bilge bir adam.”


Babasının adı neydi bu Şilon efendinin” . “Damagetes


Damagetes oğlu Şilon, bilge insan. Seni misafir etmek istiyoruz. Seninle konuşmak istiyoruz. Geri çevirme bizi”.


Kandıray sohbetimizden sonra biraz modu düşmüş haldeydi. Kolay değil tabi aslında anlıyorum o zihniyetin içinde yerleşince ne hale gelindiğini. Kurduğu cümleler o cümleler içindeki tespitler, sanki karşımda toplum bilimci varmış gibi hissettim. Şu teması kursunda biraz alttan alıp, rahatlatayım keratayı.


Hocam geldi.” “Merhaba büyük bilge Şilon, ben bu dönem felsefeyle ilgilenen biriyim. Bilgelikle ilgili, sizin bilgeliğinizle ilgili sorularım var. Sorabilir miyim?


Sorabilirsin diyor hocam. Benim bir soru hakkım baki değil mi?” “Baki Kandıray merak etme.


Sizin dönemden bugüne baktığınızda neler değişmiş, bir bilge gözüyle?

İnsanlar hep aynı felsefeci dostum. O gün biz bilgelerin, sonrasında siz felsefecilerin insana dair söyledikleri insanı birazcık olsun değiştirmemiş. Bizler ve sizler toplumun önünde olan ve toplum adına görevler yapanların liyakate göre belirlenmesi gerektiğini söyledikçe, insanlar haklı görür gibi davranıp, hep liyakatsizlerin peşinden gidiyorlar. Bu bir kral, tiran, yönetici ya da halktan biri için aynı. Ben toplum adına kralları ve orduları denetleme görevlisiydim biliyorsun. O zaman bizlerin Kralların yanında olup, aldıkları kararlar için danışmanlık yapalım dediğimde isteksizce kabul ettiler sonra bana hep kin beslediler. İnsanlar kendileri için zor olan şeyleri bir taraftan da çok sevdiler, sır saklamak zordur, herkes sırdaş olmaya çalışıyor. Hâlbuki iki kişinin bildiği sır değildir. Dünyadaki tek sır, sır diye bir şey olmadığı. İnsanların sır diye anlamsız yükler taşıdığı gerçeği hiç değişmiyor. Boş zaman bizim dönemimizde de sizde de sizden sonra insanların beceremediği ve bu beceriksizliklerinin hiç değişmediği bir diğer konu. Boş zaman, insanların hayat denilen borç zamanı ne kadar hoyratça kullandıklarının bir göstergesidir. Ve insanların haksızlığa katlanamaması ama kendilerinin yaptığı haksızlıklara sessiz kalmaları. Hâlbuki haksızlığa karşı tahammüllü olsa insan sonunda haksızlığından galip çıktığını görecek ama bir türlü yapamıyor.


Bilge Şilon, demokrasi kenti Sparta’da doğdun. Orada hem yöneticilik hem de bilgelik yaptın. Demokrasi neden hep kör topal ilerliyor?

Demokrasi ile Tiranlık ve benzeri rejimler arasındaki fark; Eğitimlilerle eğitimsiz arasındaki fark ile aynıdır. İyi umut beslemek bakımından ayrılırlar. İnsanlar umutla yaşamayı severler ama umut ettikleri konusunda sorumluluk almak konusunda korkaktırlar. Demokrasi de her birey teker teker sorumludur umutlarından, tercihlerinden yapıp etmelerinden. Bu sorumluluğu başkalarına vermek insanı rahat ettirir. İçten içe bütün olumsuzlukları o tiranın veya despotun üstüne atar, rahatlar. İçi huzur bulur.

Spartalılar o coğrafyanın en demokratik şehir devletini kurmuştu. Denetleme mekanizmaları vardı, söz söyleme hakları vardı. Ve bunun onlara getirdiği yükümlülükler vardı. Bir süre sonra ağır geldi onlara aynı Solonun halkı gibi ya da benden sonra ki sohbete katılacak olan Pittakos’un halkı gibi sorumluluktan kaçıp, tiranlara koştular. Unutma halklar ekmek ister, iş ister, tarla ister ama hiç özgürlük istemezler. Kendilerini kölelerin efendisi olarak gören zincirsiz kölelerdir onlar. Demokrasinin savunma mekanizması yok der, tirancılar. Olmaz olur mu demokrasinin en büyük savunma mekanizması aslında hiçbir rejimde olmayan kadar güçlüdür de farkında değildir; demokrasi altında yaşayan bireydir o savunma mekanizması. İnsan bir tiranın emelleri, geleceği için savaşmayı göze alırda ne hikmetse kendisine ait olan savaşmaz. Güvence duygusuyla devlet dediği tiranı, hayatının garantisi olarak görür. Bir türlü o güvence sandığı şeyin aslında tiran için ölecek olan kendisi olduğunun farkına varmaz.”


Soru hakkımı kullanıyorum hocam. Şilon hocam peki din, tanrı ile insan ilişkileri de bugünkü gibi miydi? Hani biz bugün burada tek tanrılı din diyoruz, mutlaka sizin Spartalılarda bugün tek tanrılı dinlere inanıyor, tanrı insanların hep konusu muydu? Benim felsefeci hocam kehanetlere, fala, büyüye ve bu tür şeylere inanmıyor siz inanıyor musunuz?

Bizim bilgelerle sohbet ettikçe göreceksin ki çocuğum, insanlar hep kendilerine hiçbir faydası olmayan sorular ve konularla uğraşmıştır. Ben sevgili dostum Ezop’a sordum. Ezop’un hikâyelerini bugün bile okuduğunuzu biliyorum. Ona dedim ki; ’Zeus’un işi nedir?’ Ezop çok net cevap verdi; ‘Yüksekleri alçaltmak, alçakları da yükseltmek.’ Ezop gibi bir kelime ustasının kelimelerinin her birinde sakladıklarını, kelimelerle oynadığı oyunları görerek okursan sorunun cevabını anlarsın.

Gelelim kehanetlere, bu soruyu bir sözü dünyanın en büyük kehanet tapınağının kapısında yazılı bilgeye sorman ayrıca manidar oldu. Kendini bil demiştim. Kehanet tapınağının kutsalları kehanet denilen şeyin özünün İNSAN’IN kendisinde saklı olduğunu daha açık nasıl anlatabilirdi, ben de bilmiyorum. Ben insanlara tavsiye de bulunduğum dönemlerin birinde ‘kehanete düşman olma’ demiştim. Çünkü insanın kendine düşmanlığı başlar o zaman. Kendini aramak, öğrenmek yerine kendimize sonuçta insanlığa düşmanlığımız başlar. Unutma o kehanetleri bildirenlerde tanrılar değil, insanlardır.


Cevap kafasını karıştırmıştı Kandıray’ın. Bugün sohbetten sonra bu fırdöndüyü fabrika ayarlarını getirmek bayağı zor olacak gibi.


Şilon üstat, insanlar kendini bilmek için ne yapmalı?

Kendinin farkına varmalı. Kendisine iyi bakmalı. Sebatı öğrenmeli. Erdemli olmalı. Sizin bugün binlerce kişisel gelişim kitabında bahsi geçen birçok madde sıralayabilirim. Önemli olan İnsan olduğunun farkında olmak ya da insan olmaya çalışmaktır. Aslında kendimizi bilmek o kadar zor değildir. Bugün özel vasıflar gibi sıralananlar özünde bütün insanlarda olması gerekenlerdir. Yalan söylememek kişiyi niye yüceltir ki? İşin aslı bütün insanlar yalan söylememeli değil mi? Erdemli olmak, bütün insanların vasfı olması gerekirken, hâlâ insanlar arasında özel bir durummuş gibi gelmiyor mu size de? Hem birey hem de toplum olarak kendimizi bilmemiz ve İNSAN olmamız gerekmektedir.


Yani İnsan olma yolculuğumuz pek başarılı değil diyorsunuz?

Daha açık Şilon tarzı söyleyeyim. İnsanların öyle bir yolculuğa çıktığına sen inanıyor musun? İnsanlık yolculuğunun güzergâhı o kadar boş, tenha, terk edilmiş ki, kendimizi bilmek yerine kendimizi kandırıyoruz.


Günümüz insanına o günden beri edindiğin tecrübelerle söyleyeceğin birkaç öğüt mutlaka vardır?”

Olmaz mı? Periandros gibi bir bilge tirana demokrasi beşiği Sparta’dan yaptığım nasihatle başlayayım ki belki günümüz yöneticilerine faydası olur. Mektubumda şöyle demiştim tirana; ‘Yabancı halklar üzerine bir seferden söz ediyorsun bana ve katılmak istediğini bildiriyorsun. Ne var ki ben, bir tiran (kral) için yurtiçindeki durumunun bile sağlam olmadığını düşünürüm ve yurdunda kendi eceliyle ölen tiranı mutlu sayarım.’ İnsanlar başlarına bela istiyorsa, kefil olsunlar. Kefil olmayın. Utanç verici kazançtansa, zarara uğramayı yeğle. Bu nasihatim genç dostum Kandıray sen ve senin gibi düşünenler içindi. Diliniz aklınızın önünde gitmesin. Bir de olanaksızı istemekten vazgeçin. Ümit etmek olanaksızı istemek değildir.

Beni iki bin küsur senelik uykumdan uyandırıp, hatırladığınız için teşekkür ederim. Kendinizi bilin, demokrasi ve özgürlük için bir arada olun. Unutmayın ne zaman özgürlüğü isterseniz ve özgürlüğünüzü kimseye devretmeyip, gönüllü köle olmazsanız kendinizi bulacaksınız.


Yorulmuş bir halde yine kendini malak gibi attı kanepenin üstüne Kandıray. Bu sefer ses çıkarmadım. Bayağı yorgun ve solgun görünüyordu yüzü. O yorgunlukla beraber gözlerinde derin bir düşünce okunuyordu. Saf köylü kurnazı delikanlım benim. Bu coğrafya sizi harman savuruyor ya da dibek taşında ezip un haline getiriyor.


Sevdin mi bu bilgeyi?” diyerek ortamın sessizliğini dağıtmak istedim. “Ne değişik şeyler yaşamış insanlık değil mi hocam? Ama sonuçta dönüp dolaşıp aynı şeyleri yaşamışta diyebiliriz. Geçen seferden beri ara ara şu bilgelere, filozoflara, bilginlere bakıyorum Google da. Sonra bir de ne görüyorum, insanlar bu adamları hiç dinlememiş. Sorunlarına çareyi verene değil de çıkarlarına uygun olana kulak vermişler. Bir süre kazanmışlar, keyiflenmişler peşinden her şeylerini kaybetmişler. Onlarında azametli, her şeyi yaratmış bir sürü tanrıları varmış, ne hikmetse yarattığı insanlar onlara hediye vermiş, onlar için savaşmış. Hatta onlar için dinlerine tehlike diye bu bilgeleri öldürmüş, toplumdan dışarı atmış.


Ne güzel dedi değil mi hocam? İnsanların kendini bulma yolculuğuna çıktığına inanıyor musun? Diye. Doğru söylüyor Şilon, yolculuğa çıkacak cesaretimiz yok. Maçamız yemiyor. En son ne dedi; gönüllü köle. Biz gönüllü köle olmuşuz, insan olmak bizim neyimize?


Ben sana bir çay koyayım Kandıray?”

53 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page